EN
KÜRATORYAL METİN

Yaşamın anlamı, aynı zamanda dünyaya da anlam verir ancak da dünyaya anlam verebilmesiyle, yaşamın da anlamı olabilir çünkü dünya ile yaşam, anlam açısından özdeştir: dünyan, yaşamın; anlamlı yaşaman da, dünyandır.
—Oruç Aruoba, Olmayalı¹

Yarım yüzyılı aşkın pratiği ile Füsun Onur, Türkiye’de güncel ve kavramsal sanatın öncü isimlerinden biri ve zaman ötesi bir dile sahip. 1970’li yıllardan bugüne Füsun Onur, geleneksel heykel hatta resim anlayışını dönüştürerek sınırlarını zorlar, temel ögelerini her fırsatta yeniden düşünmeye ve tartışmaya açar. Formları, kavramları yeniden yorumlayarak, Türkiye sanat tarihinde yerleştirme, enstalasyon gibi terimlerin literatüre girmesini sağlayan başlıca sanatçılardan biridir. Heykeli sadece izlenecek statik konumundan çıkarıp mekânsallaştırarak izleyiciyi içine alan, onunla etkileşime geçebilecek yeni formlar ortaya koyması sanatının temel unsurlarından biridir.

Onur, her yapıtında kendi dünyasını yeniden kurar ve dönüştürür. Yerleştirmelerinde geleneksel heykelin kalıcı malzemelerini seçmek yerine; kolayca ulaşılabilecek, kimi zaman elinin altındaki gündelik, hazır nesneleri kullanır. Bazı çalışmalarında bu nesneleri oldukları gibi bırakarak aralarında ilişki kurar, bazen de müdaha­lelerle onları dönüştürür. Onur için nesnelerin anlamları kadar formları da önemlidir. Aynı şekilde, mekânların ve nesnelerin geometrisi de, ruhları kadar önem taşır. Farklı nesneler arasındaki ilişkileri düzenleyerek, aralarında kontrastlar ya da tekrarlar yaratarak matematiksel, şiirsel ve müzikal ritimler ortaya koyar. Onur’un yapıtlarının vazgeçilmez parçası, müzikal notalarına denk gelen sessiz ritim ve melodilerdir.

Kendi öznelliğiyle modernin sınırlarını sorgulayan ilk kuşakta, 1970’lerde “kavramsal sanatın öncüleri” olarak adlandırılan isimlerin arasında Füsun Onur’un yanı sıra Altan Gürman, Sarkis, Nil Yalter, Cengiz Çekil, İsmail Saray gibi sanatçılar ve Sanat Tanımı Topluluğu (STT) yer alır. Bu dönemde radikal bir sanat ortamından söz edilemese de bu sanatçılar bireysel olarak var olanın sorgulandığı, alternatif diller, formlar ve söylemlerin ortaya çıktığı üretimler yaparlar. 70’li yıllarda Füsun Onur’un çalışmaları dünyada aynı dönemde gelişen minimalist sanatı sorgular, bu yaklaşımı anlatıyla birleştirir.

Füsun Onur, ortaokul ve lise yıllarından beri izlediği sinema ve konserlerin ardından etkilendiği sahnelerden yola çıkarak kilden küçük nesneler yapar. Bu nesneleri evin fırınında pişirmeyi deneyen Onur, çocukken kimilerinin fırında patladığını görünce ağladığını; sağlam çıkanları ise boyayarak koleksiyonuna eklediğini hatırlar. Minyatür bir evren yaratan bu üretimler yıllar sonra Venedik Bienali için üretmekte olduğu yerleştirmenin temel unsurlarıyla da birkaç noktada paralellik gösterir. Evin farklı köşelerine yayılan porselen, cam ve çeşitli malzemelerdeki biblolarla benzer ölçekte olmalarının yanı sıra tüm bu nesnelere âdeta can veren, ruhlarını geri çağıran Onur’dur. Bunların bazıları hâlâ çocukluğundan beri yaşadığı Kuzguncuk’taki ev-atölyesinde bir dolapta saklıdır.

Erken yaşta kaybettiği babasıyla beraber onun sanat yapma arzusunu en çok destekleyen kişilerden biri annesidir. Kızının çalışmalarını beğenen ve ürettiği figürlerin aynısından isteyen arkadaşlarının hediye taleplerini yerine getirmeye çalışır. Onur, annesini mutlu etmek uğruna yeniden ürettiklerine baktığında ilk üretilen figürlerle aralarında ciddi bir fark oluştuğunu hisseder; kopyalarda duyguların, ruhun eksik olduğunu düşünür ve asla para için çalışmaması, sanat yapmaması gerektiğini anlar.

Füsun Onur’a çocukluğundan beri eşlik eden ablası İlhan Onur’un yeri apayrıdır. Onunla birlikte malzeme ara­yan, işleri üretirken fikrini paylaşan, kiminin üretimine destek olan, sergilenmeleri sırasında mekânda yönlendirme­leri yapan, eserleri fotoğraflayan, kimisini denize kimisini çöpe atılmaktan kurtaran, arşivi oluşturan odur. Füsun Onur’a sonsuz sevgisinin yanı sıra işine duyduğu saygı, özen ve adanmışlık, kendi kendilerine kurdukları dünya­yı yıllar boyunca sevgiyle kucaklamalarını sağlar. Onlara bu yolculukta eşlik eden kedileri ve can dostları Ponpon, Tekir, Zorba ve Lolita, Füsun Onur’un üretiminde sıklıkla karşımıza çıkar. Günlerce pencerelerinin önünde bekle­yerek kendisini kabul ettiren ve sonra da evin baş köşesine yerleşen Zorba, Venedik için üretilen çalışmanın da ana karakterlerinden biri olmayı başarır. Füsun Onur’un ani­mistik doğası, Dıştan İçe İçten Dışa (1976), Yetişkinler İçin Hikâyeler (1977), Kuş (1984), Doğaçlama (2003), Tekir’e Ağıt (2009-2012), Kargaların Dansı (2012), Mucize (2013) isimli eserlerinde de kedi, kuş, fil, kelebek gibi farklı hayvanlarla kurduğu ilişki üzerinden şekillenir.

Metal telleri eğip bükerek farklı karakterler ve sahneler yaratan Onur, 59. Venedik Bienali’nde Evvel zaman içinde… başlıklı yeni bir yerleştirme sergiliyor. Evvel zaman içinde… dünyaya anlam veren bir sanatçının hikâyesi. Endişe, korku ve belirsizlik dolu bir zaman kadar Onur’un bugüne dair dayanışmayı, aşkı ve yaşama sevincini barındıran hislerinin portresi.

Bu sergi, izleyiciyi mekâna yayılan bulutların üzerinde ilerleyen bir hikâyeye davet ediyor. Her bir sahne kendi başına bir sunumu ve sözü mümkün kılıyor. Bir araya geldiklerindeyse Onur’un iki senedir, evinden hiç çıkmadan üzerinde çalıştığı anlatıyı oluşturuyor. Birkaç yüzyıl sonrasından bugüne bakan bu masalın baş karakterleri fareler ve kediler. Bir okul çıkışında çocukların dağıttıkları gazetelerden pandemi haberini alan fareler, gezegenin geleceğini tehdit eden salgınla başa çıkabilmek için ne yapabileceklerini düşünüp tartışırlar. İnsanların sebep olduğu bu felakete karşı kedilerle bir arada mücadele etmeye karar verirler. Hayvanlar arasındaki bu dayanışma, dünyayı pandeminin görünür kıldığı insan kaynaklı felaketlere karşı koruyabilecektir. Fareler ve kediler çalışmalara başlayınca baş karakter olan fare İstanbul’da sanatçı arkadaşlarından sık sık methini duyduğu ve merak ettiği Venedik’e doğru yola çıkar. Orada kendisine kucak açan arkadaşının evi, sergi mekânındadır ve ertesi sabah beraber şehri tanımak için yola çıkarlar. Venedik’te bir şenlikle karşılaşan baş karakter fare, sessiz müziğin büyüsüne kendini kaptırır ve orada âşık olur. Müzisyenler coşkuyla konserlerini verirken etraftaki izleyiciler de onlara eşlik ederek dans ediyordur. Farenin aşkının –yalnızca başka bir fareye değil, sanata, hayata ve yaşadığı şehre olan aşkının– dönüştürücü ve baş döndürücü gücü hikâyenin gidişatını belirler.

Her sahne için Füsun Onur oldukça sade notlar paylaşır. Şiirsel diliyle meselesini ne kadar azla anlatabilirse o kadar memnun olur. Anlatı, mekânda deneyimlenen dünyanın önüne geçmez; sadece izleyiciye eşlik eder ve onlara bu masalın içine girebilmeleri için anahtarlar sunar. Bu notları izleyen herkes aslında kendi hikâyesini yazabilir; dünyayla, sanatla ve Venedik’le kurduğu ilişkiden yola çıkarak sergiye yeni anlamlar katabilir.

“Nereye gidersem İstanbul’u yanımda götürürüm” diyen Füsun Onur, bu çalışmasında da hikâyenin ilk bölümünü doğup büyüdüğü ve birçok çalışmasına taşıdığı İstanbul’da hayal eder. Beklenmedik karşılaşmaların ve tesadüflerin üretimine sızmasına izin veren Onur, bir akşam radyoyu açtığında çalmaya başlayan Münir Nurettin Selçuk’un Bir Tatlı Huzur Almaya Geldik Kalamış’tan isimli şarkısındaki “İstanbul’u sevmezse gönül aşkı ne anlar, aşkı ne anlar” mısrasını dünyayla kurduğu ilişkinin bir yansıması olarak işine sessizce taşır. Yaşadığı dünyaya, şehre olan sevgisi hikâyenin en zor zamanlardan geçtikten sonra Venedik’te aşkı bulan karakterinde varlık gösterir. Füsun Onur, bir kez daha sanatın umut verme, dünyaya başka bir perspektiften bakabilme, duygulara ve sezgilere ulaşabilme gücüne işaret eder.

Füsun Onur’un pratiğinin belirleyici unsurlarından biri de malzeme seçimidir. Onur, anlatımına uygun düşen malzemelerle çalışmayı seçtiğini söyler. Kâğıt, karton, ip, bez, sünger, plastik, boncuk, dantel gibi gündelik malzemeleri eserlerine taşır. Kırılgan, kolay bozulabilir, yırtılabilir, yok olabilir malzemeleri seçerek sanatının uçuculuğunu kucaklar. Füsun Onur bu hikâyeyi gazetelerin kenarlarına, elinin altındaki kâğıtlara desenler çizerek kurgular ve daha sonra bunları üçboyutlu formlara dönüştürür. Bu iş için tercih ettiği kolayca ulaşılabilen ve elleriyle büküp şekillendirdiği metal teller ile karakterlerin birçok farklı hareketini ve hissini verebilmenin mümkün olduğunu söyler. Gözlerden ırak mikro bir evreni çağrıştıran bu çalışmalar, kişiyi hemen kendi dünyasının içine çeker ve dünyalarımızın ne kadar iç içe olduğunu gösterirler. Metal tellerin narinliği ve geçirgenliği, bedenlerimizin kırılganlığıyla bütünleşir. Çalışmasında farklı kalınlıklar ve renklerdeki tellere masa tenisi topları ve renkli krapon kâğıtları eklenir. Yatak, yastık, sandalye, kütüphane, halı, örtü gibi gündelik eşyalar, müzik enstrümanları, seyahat boyunca karakterlere eşlik edecek tekne, araba gibi araçlar ve daha birçok unsur bu minyatür dünyanın içinde yerini alır.

Espasın kendisi de bu çalışmanın temel bir öğesidir. Küçük ölçekli nesneler, kurgunun ana unsurları olarak mekânın boşluğuyla bir zıtlık içinde var olur. Onur, yapıtlarında çoğunlukla zemine yakın olmayı tercih eder ve eserlerini mekânla dikey bir ilişki kurmadan, onu işgal etmeye çalışmadan, boşlukları ve durak noktalarını mümkün kılarak yerleştirir. Bu sergide de hikâyenin birbirini takip eden bölümleri farklı yüksekliklerdeki platformlarda yer alır, eserlerin zeminle kurduğu ilişkiyi güçlendirir. Sergi alanındaki yerleştirme izleyicinin eserle performatif bir ilişki kurmasını sağlar. Heykeli kaideden uzaklaştırarak ona daha özgür bir alan açan Onur, mekândaki boşluğu görünür kılar, hafiflik ve saydamlıkla ilgilenir. Kimi zaman mekân içinde yükselir, kimi zaman izleyiciyi yakından bakmak için eğilmeye, yere oturmaya davet ederler. Bulutların kendi aralarında yarattığı ritim, mekânsal kompozisyonların ve renklerin müziğe dönüştüğü sinestezik bir deneyimi çağırır.

Onur, kavramsal sanat alanının açılması için mücadele etmiş ve kendinden sonraki kuşaklar için etkileyici bir referans noktası olmuştur. Türkiye’deki solo sergilerinin ve İstanbul Bienali’nin beş farklı edisyonunun yanı sıra eserleri uluslararası grup sergilerinde de sergilenmiştir. Ancak tüm bunlara rağmen küresel sanat dünyasında yeterince bilinirliğe sahip değildir. Özel hayatını sanat pratiğinden ayırmayan, dokuma ve tekstil gibi geleneksel, eve dair formları kullanan sanatçı, feminist bir sanat tarihinde yerini alıyor. Bu nedenle 2022 yılında, Venedik Bienali 59. Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu’nda güncel üretiminin sergilenmesi, sanatçının pratiğinin, şiirsel ve samimi dilinin uluslararası sanat dünyasında takip edilmesi, yeniden okunması, yorumlanması, dolaşıma girmesi için büyük önem taşıyor. Bununla birlikte Onur, sanat dünyasının en önemli buluşma noktalarından biri olan Venedik’te bir kez daha tüm beklentileri bir kenara bırakarak kendi ölçeğini belirliyor.

Sanat dünyasının pratiklerinin, çalışma biçimlerinin sorgulandığı, radikal bir dönüşümün yaşandığı böylesi bir zamanda, sanat nedir ve sanat yapmak böyle kritik zamanlarda nasıl bir öneme sahiptir gibi sorular her zamankinden daha fazla önem kazanıyor. Füsun Onur’un sınırsız bir hayal gücü ve yaratıcılıkla kurduğu; felsefeden, edebiyattan, müzikten beslenen masalsı evren yalnızca yapıtlarıyla değil, yaşam biçimiyle ve tercihleriyle de hayat ve sanat arasında şiirsel bir ilişki kuruyor.

Evvel zaman içinde… alternatif dünyalar yaratma, yeni diller üretme, insan olmayan türlerden öğrenme, sevme ve bir arada yaşama üzerine bir başyapıt. Sanata, yaşama, yaşadığı şehre olduğu kadar bir farenin başka bir fareye duyduğu aşkın dönüştürücü ve baş döndürücü gücü de her şeye rağmen hikâyenin akışını belirliyor. Yaşadığımız döneme dair anlamlı bir söz söyleyen bu sergi, dikkatli gözler için yepyeni ve capcanlı bir dünyanın kapılarını aralıyor.

1. Oruç Aruoba, Olmayalı,
(Istanbul: Metis Yayınları, 2003), 75.

ÖZGEÇMİŞLER

BİGE ÖRER

Venedik Bienali 59. Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu’nun küratörlüğünü İstanbul Bienali ve İKSV Güncel Sanat Projeleri Direktörü Bige Örer üstleniyor. Küratoryal projeleri arasında Aylaklar, İstanbul (2017), Çizgisel Aşkınlık, Amman (2016) ve Agorafobi, Berlin (2013, Fulya Erdemci ile) yer alıyor. Londra Whitechapel Gallery (2016) ve Palais de Tokyo’da (2018) küratoryal programlara katıldı. Hem sanatsal hem de akademik çalışmalar yürüten Örer, uluslararası güncel sanat bienallerinin finansmanı konusunda yaptığı araştırmaların yanı sıra çeşitli yayınlara katkı sundu, dersler verdi. Zaman Makinesinde Renkli Bir Gezinti: Çocuklar İçin İstanbul Bienalleri başlıklı çocuk kitabını Süreyyya Evren ile, Haz/Cızz kitabını İz Öztat ile birlikte kaleme aldı. Kadir Has Üniversitesi Küratoryal Çalışmalar Programı’nın kurucu üyelerindendir. Pek çok sanat kurumunda danışman ve jüri üyesi olan Örer, kurulduğu Mart 2013’ten bu yana Uluslararası Bienaller Birliği’nin başkan yardımcılığını yürütüyor.

FÜSUN ONUR

Türkiye'nin öncü çağdaş sanatçılarından Füsun Onur çalışmalarında, anlatısal ve dolaylı otobiyografik referanslarla yüklü, basit, gündelik malzemelerin doğasında bulunan mekân, zaman, ritim ve biçim potansiyellerini ele almayı seçti. Yarım yüzyılı aşan üretken kariyerinde, resim ve heykelin sınırlarına meydan okuyarak 1970'lerin başında Türkiye'de avangardı güncel sanat kanonuna dahil etmek için çalıştı. Sanat dünyasının hâkim trendlerine ilgi duymayan Onur, özel hayatını pratiğinden ayırmadan dokuma ve tekstil gibi geleneksel ve eve dair nesne ve formları da eserlerine taşıdı.

Yapı Kredi Kültür Sanat (2007), Augarten Contemporary, Viyana (2010), İstanbul Modern (2011, 2014), Maçka Sanat Galerisi, İstanbul (1987, 1991, 1995, 2001, 2012, 2016) ve Arter, İstanbul (2014) gibi müze ve sanat mekânlarında kişisel sergiler açtı ve karma sergilere katıldı. Sanatçının eserleri, Staatliche Kunsthalle Baden-Baden (2001), ZKM, Karlsruhe (2004) ve Van Abbemuseum, Eindhoven’daki (2005) karma sergilerin yanı sıra İstanbul Bienalleri (1987, 1995, 1999, 2011, 2015), 2. Moskova Bienali (2007) ve dOCUMENTA(13), Kassel’de (2012) sergilendi.

Üsküdar Amerikan Kız Lisesi mezunu olan Onur, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde Ali Hadi Bara Atölyesi’nde heykel eğitimi aldı. 1964–1966 yılları arasında Fulbright bursuyla Maryland Institute College of Art'ta heykel bölümünde yüksek lisans eğitimine devam etti. İlk kişisel sergisini 1970’te Taksim Sanat Galerisi'nde açtı, ardından 7. Paris Genç Sanatçılar Bienali (1971), İstanbul Arkeoloji Müzeleri tarafından düzenlenen 'Açık Hava Sergileri' (1974, 1975, 1976, 1977) ve Antwerp, Belçika'daki 13. Middelheim Bienali (1975) gibi çeşitli sergilere katıldı. Onur, İstanbul'da yaşıyor ve üretiyor.

1937 İstanbul, Üsküdar
1949–1956 Üsküdar Amerikan Kız Lisesi
1956–1960 İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, Heykel Bölümü
1962 Fulbright Bursu, American University, Washington D.C., ABD
1964–1966 Maryland Institute College of Arts, ABD
1972 Milliyet Sanat dergisi, Yılın Heykel Sanatçısı ödülü
1974 35. Devlet Resim Heykel Sergisi, Başarı Ödülü
1974 Hadi Bara Konkuru, İkincilik Ödülü
1975 İstanbul Arkeoloji Müzeleri Açık Hava Sergisi, Gümüş Madalya
1976 İstanbul Arkeoloji Müzeleri Açık Hava Sergisi, Gümüş Madalya
1981 Yeni Eğilimler sergisi, İstanbul Sanat Bayramı, Gümüş Madalya
2004 Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği (AICA) 50. Yıl, Onur Sanatçısı Ödülü

KİŞİSEL SERGİLER

1970 Taksim Sanat Galerisi, İstanbul
1972 Uzamda Çizmek, Taksim Sanat Galerisi, İstanbul
1974 Amerikan Haberler Merkezi, İstanbul
1975 Taksim Sanat Galerisi, İstanbul
1978 Dıştan İçe İçten Dışa, Taksim Sanat Galerisi, İstanbul
1980 Yerdeki Parlak Yuvarlaktan Çağrışımlar, Taksim Sanat Galerisi, İstanbul
1982 Çiçekli Kontrpuan – Mavi, Taksim Sanat Galerisi, İstanbul
1985 Yaşam-Sanat-Kurgu: Eski Eşyaların Düşü, Taksim Sanat Galerisi, İstanbul
1987 İmin İmi, Maçka Sanat Galerisi, İstanbul
1990 Zaman İkonları, Garanti Sanat Galerisi, İstanbul
1991 Galeri Işıkları, Maçka Sanat Galerisi, İstanbul
1995 Kadans, Maçka Sanat Galerisi, İstanbul
2000 Prelüd, Maçka Sanat Galerisi, İstanbul
2007 Erratum Musicale, Yapı Kredi Kâzım Taşkent Sanat Galerisi, İstanbul
2012 Çeşitlemeler, Maçka Sanat Galerisi, İstanbul
2012 Tekir’e Ağıt, Pilevneli Project, İstanbul
2014 Aynadan İçeri, Arter, İstanbul
2016 Siz de Bilirsiniz, Maçka Sanat Galerisi, İstanbul
2019 Oda Müziği, Galeri Nev İstanbul
2021 Opus II – Fantasia, Arter, İstanbul
2021 This story will continue [Bu hikâye devam edecek], ChertLüdde, Berlin

GRUP SERGİLERİ

1971 7. Genç Sanatçılar Bienali, Paris, FR
1973 Cumhuriyet’in 50. Yılında İstanbul’a 50 Heykel, İstanbul
1974 Nü, Taksim Sanat Galerisi, İstanbul
1974 İstanbul Arkeoloji Müzeleri Açıkhava Sergisi
1974 35. Devlet Resim Heykel Sergisi, Ankara
1975 13. Middelheim Bienali, Antwerp, BE
1975 İstanbul Arkeoloji Müzeleri Açıkhava Sergisi
1976 İstanbul Arkeoloji Müzeleri Açıkhava Sergisi
1976 Tarabya Sanat Galerisi, İstanbul
1977 İstanbul Arkeoloji Müzeleri Açıkhava Sergisi
1977 1. Yeni Eğilimler, 1. İstanbul Sanat Bayramı
1978 Özar Sanat Galerisi, İstanbul
1978 Atatürk Kültür Merkezi (AKM), İstanbul
1978 Türkiye Doğal Hayatı Koruma Derneği Sergisi, İstanbul
1979 Türkiye Doğal Hayatı Koruma Derneği Sergisi
1979 Çocuk Yılı Sergisi, İstanbul
1980 Türkiye Doğal Hayatı Koruma Derneği sergisi
1980 Özar Sanat Galerisi, İstanbul
1981 Gerçekleştirme, Seramar Galeri, İstanbul
1981 3. Yeni Eğilimler, 3. İstanbul Sanat Bayramı
1981 Pangaltı Güzel Sanatlar Galerisi, İstanbul
1982 BBC 50. Yıl Sergisi, Bush House, Londra, UK
1983 Anadolu Medeniyetleri Avrupa Konseyi 18. Avrupa Sanat Sergisi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri
1983 Altı Kadın Altı Davranış, Seramar Galeri, İstanbul
1983 4. Yeni Eğilimler, İstanbul Sanat Bayramı
1983 100. Yılda Türk Resim ve Heykel Sanatı, İstanbul Resim Heykel Müzesi
1983 Galeriler ‘83 - Çağdaş Türk Sanatı Sergisi, (4. İstanbul Sanat Bayramı), AKM
1984 Öncü Türk Sanatından Bir Kesit, AKM, İstanbul
1985 2. Öncü Türk Sanatından Bir Kesit, Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul
1985 Günümüz Kadın Sanatçıları Bir Kesit, İstasyon Sanat Evi, İstanbul
1985 6. Günümüz Sanatçıları İstanbul Sergisi, İstanbul Resim Heykel Müzesi
1985 5. Yeni Eğilimler, İstanbul Sanat Bayramı
1986 Çağdaş Türk Plastik Sanatları Sergisi, Hacettepe GSF, Ankara
1986 Çağdaş Boyutlar Resim ve Heykel Sergisi, Artnet Sanat Galerisi, İstanbul
1986 I. Uluslararası Asya-Avrupa Sanat Bienali, Ankara Türkocağı Resim ve Heykel Müzesi
1986 Joseph Beuys’un Anısına Bir Başka Sanat Toplu Sergi Gösteri, İzmir Alman Kültür Merkezi
1986 3. Öncü Türk Sanatından Bir Kesit, AKM, İstanbul
1987 6. Yeni Eğilimler, MSGSÜ, İstanbul
1987 1. Uluslararası İstanbul Çağdaş Sanat Sergileri, Askerî Müze
1987 Toplu Sergi, İzmir Türk Amerikan Derneği
1987 4. Öncü Türk Sanatından Bir Kesit, AKM, İstanbul
1987 Yaratıcı Türk Kadınından Esintiler, AKM, İstanbul
1988 ÜAKL’li Sanatçıların Karma Sergisi, Soyak Sanat Galerisi, İstanbul
1988 Toplu Sergi, İzmir Türk Amerikan Derneği
1988 5. Öncü Türk Sanatından Bir Kesit, Hareket Köşkü, İstanbul
1989 10 Sanatçı 10 İş: A, AKM, İstanbul
1989 İsimsiz, Derimod Sanat Merkezi, İstanbul
1990 Göndermeler, Maçka Sanat Galerisi, İstanbul
1990 Büyük Sergi II, MSÜ Resim ve Heykel Müzesi, İstanbul ve AKM, Ankara
1990 8 Sanatçı 8 İş: B, AKM, İstanbul
1991 Eurodialogue - İstanbul’dan 13 Kadın Sanatçı, Yıldız Sarayı
1992 Sanat-Texnh - Ondört Türk ve Yunan Sanatçı, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi - Dolmabahçe Sarayı
1992 9. Uluslararası Prilep Bienali, MK
1992 10 Sanatçı 10 İş: C, AKM, İstanbul
1993 10 Sanatçı 10 İş: D, Koleksiyon Mobilya ve Maçka Sanat Galerisi, İstanbul
1993 Sergi Giysileri, Maçka Sanat Galerisi, İstanbul
1993 Çağlarboyu Anadolu’da Kadın: Cumhuriyet’ten Günümüze Kadın Sanatçılar, İstanbul Arkeoloji Müzeleri
1993 İstanbul, AKM, İstanbul
1994 7. Yeni Eğilimler, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, İstanbul
1994 İskele (Turkische Kunst Heute) [İskele (Günümüz Türk Sanatı)], ifa-Galerie Berlin, Stuttgart, Bonn
1994 Maryland Institute College of Art mezunlar sergisi, ABD
1994 Türkiye’den Sanatçılar: Tomur Atagök & Füsun Onur, Art Gallery Skopje, Davut Paşa Hamamı, Üsküp, MK
1995 İzler, Yıldız Teknik Üniversitesi, Yüksel Sabancı Sanat Merkezi, İstanbul
1995 Hoşgörüsüzlük, Yıldız Sarayı Silahhane Binası, İstanbul
1995 Gar, TCDD Sanat Galerisi ve Gar Mekânları, Ankara
1995 Orient/ation - Paradoksal Bir Dünyada Sanatın Görünümü, Aya İrini, 4. İstanbul Bienali
1995 Soudain, Les Turcs [Aniden, Türkler], Parvi Paris, FR
1995 Buluşma, Derimod Sanat Merkezi, İstanbul
1995 1. Uludağ Üniversitesi Uluslararası Heykeltıraşlar Sempozyumu, Bursa
1997 Sous Le Manteau [Mantonun Altında], Galerie Thaddaeus Ropac, Paris, FR
1998 Cartographers: geo-gnostic projection for the 21st century [Haritacılar: 21. yüzyıl için jeo-gnostik projeksiyon], Zagreb, HR; Varşova, PL; Budapeşte HU; Maribor, SI
1998 İskorpit: Contemporary Art from Istanbul [İskorpit: İstanbul’dan Güncel Sanat], Haus der Kulturen der Welt, Berlin, DE
1998 Mediterranea – Contemporary Art of Mediterranean Countries [Mediterranea – Akdeniz ülkelerinden güncel sanat], Le Botanique, Brüksel, BE
1998 Kır4b1r : 41 yıl 41 sanatçı 41 yapıt, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, İstanbul
1999 Tutku ve Dalga, Aya İrini, 6. İstanbul Bienali
2000 The Song of the Earth [Dünyanın Şarkısı], Museum Fridericianum, Kassel, DE
2000 strange home [tuhaf ev], Historische Museum, Kestner Museum, Hannover, DE
2000 Bugünkü Program-Gelecek Program, Yapı Kredi Kültür Sanat, Hacopulo Pasajı, İstanbul
2001 From Far Away So Close – Four Female Artists from Turkey [Uzaklardan Bu Denli Yakına: Türkiye’den Dört Kadın Sanatçı], Kunsthalle Baden-Baden, DE
2001 Pişmanlıklar, Hayaller, Değişen Gökler, Karşı Sanat, İstanbul
2001 Modern Türk: 20. Yüzyılın İkinci Yarısında Türk Sanatı, Topkapı Müzesi Has Ahırlar, İstanbul
2002 From Far Away So Close [Uzaklardan Bu Denli Yakına], Govett-Brewster Sanat Galerisi, New Plymouth, NZ
2002 Between the Waterfronts (Contemporary Art from Istanbul and Rotterdam) [Rıhtımlar Arasında: İstanbul ve Rotterdam’dan Güncel Sanat], Las Palmas, Rotterdam, NL
2003 Füsun Onur, Hale Tenger, Aydan Murtezaoğlu, Lunds Konsthall, SE
2003 Turkish Art Today: Where? Here? [Türk Sanatı Bugün: Neresi? Burası?], Saitama Modern Sanat Müzesi, JP
2003 Organize İhtilaf, Proje 4L, İstanbul
2004 Kunst Stoff, Galerie nächst St. Stephan, Viyana, AT
2004 Call me ISTANBUL ist mein Name [Benim Adım İSTANBUL], ZKM, Karlsruhe, DE
2004 Şaman Güncesi, Proje 4L, İstanbul
2004 From Bosphorus to Moine: Aspects of contemporary art from Turkey in France [Boğaz’dan Moine’a: Türkiye’den çağdaş sanat Fransa’da], Cholet Sanat ve Tarih Müzesi ve Tekstil Müzesi, Cholet, FR
2005 EindhovenIstanbul, Van Abbemuseum, Eindhoven, NL
2006 Kâğıt İşler, Galerist, İstanbul
2006 Kuzguncuk’la İç İçe - 45 Sanatçı Portresi, Kuzguncuk, İstanbul
2007 Kuzguncuk’la İç İçe, Kuzguncuk, İstanbul
2007 X mal Ich [X kere Ben], Städtische Galerie Fruchthalle Rastatt, DE
2007 FOOTNOTES on Geopolitics, Market and Amnesia [Jeopolitik, Pazar ve Amnezi Üzerine DİPNOTLAR], Schusev Mimarlık Müzesi, 2. Moskova Güncel Sanat Bienali, RU
2007 Modern ve Ötesi, santralistanbul, İstanbul
2007 Hatırlamalar Hatırlatmalar, Galerist, İstanbul
2008 Sevme ve Eve Dönme Zamanı, Şefik Bursalı Sanat Galerisi, Bursa
2008 Women of Light [Işık Kadınlar], Galerie Davide Gallo, Berlin, DE
2008 Who Killed the Painting? [Resmi Kim Öldürdü?], Neues Museum, Nürnberg, DE
2009 Who Killed the Painting? [Resmi Kim Öldürdü?], Neues Museum, Weserburg, DE
2009 Variations Continues [Sürekli Çeşitlenmeler], Centre d’art contemporain d’Ivry, FR
2010 Sessizlik_Fırtına, Port İzmir 2. Uluslararası Çağdaş Sanat Trienali
2010 Tanzimat, Augarten Contemporary, Viyana, AT
2010 Aksak Ritim, Rodeo Galeri, İstanbul
2010 Tactics of Invisibility [Görünmezlik Taktikleri], Thyssen-Bornemisza Art Contemporary, Viyana, AT
2010 Tactics of Invisibility [Görünmezlik Taktikleri], Tanas, Berlin, DE
2011 Görünmezlik Taktikleri, Arter, İstanbul
2011 Hayal ve Hakikat - Türkiye’den Modern ve Çağdaş Kadın Sanatçılar, İstanbul Modern
2011 Sürekli Çeşitlenmeler, Akbank Sanat, İstanbul
2011 İsimsiz (Soyutlama), Antrepo no. 3 & 5, 12. İstanbul Bienali
2012 dOCUMENTA (13), Neue Galerie, Kassel, DE
2012 her parlayan altın değildir, Rodeo Galeri, İstanbul
2013 Signs Taken in Wonder [Mucizevi İşaretler], MAK, Viyana, AT
2014 Çok Sesli, İstanbul Modern
2014 Do it Moscow, Garage Center for Contemporary Art, Moskova, RU
2015 TUZLU SU: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori, İstanbul Modern, 14. İstanbul Bienali
2017 Dark Dark Deep Darkness and Splendor, Galerist, İstanbul
2017 Evolve / Evrim, Port İzmir 4, Galeri A, İzmir
2018 Saum der Zeit [Zamanın Kıyısında], Neues Museum, Nürnberg, DE
2019 Ben her zaman öteki’nin alanındayım : Agâh Uğur Koleksiyonu’ndan bir seçki, Müze Evliyagil, Ankara
2019 Heartbreak, Ruya Maps, Venedik, IT
2019 Light Like a Bird, Not Like a Feather, SIGNS, İstanbul
2020 Dinleyen Gözler İçin, Arter, İstanbul
2020 Fool’s Paradise, Galeri Nev İstanbul
2020 Takımyıldız / Hiç İstemeden Ama Seve Seve, Troya Müzesi, 7. Çanakkale Bienali
2021 Yedinci Vadi, Galeri Nev İstanbul
2021 Arts of Islam. A Past for A Present [İslam Sanatları. Bir Şimdi için Bir Geçmiş], Roger-Quilliot Art Museum, Clermont-Ferrand, FR
2022 OyunBu, Arter, İstanbul

SERGİ PLANI

Evvel zaman içinde, uzun yıllar önce, insanlar dünyadaki her şeyi yönetebileceklerini düşündüler ve dünyada ne orman, ne bitki örtüsü ne de temiz su bıraktılar. Bütün çöplerini parklara, denizlere, ormanlara atarak her şeyi tükettiler. Ancak doğa kendi kurallarına göre işlemeye devam etti…

Created by potrace 1.16, written by Peter Selinger 2001-2019

1. Öğrenciler okuldan çıkar.

2. Gezegenin geleceğini etkileyen felaketlerle ilgili haberleri yayarlar.

3. Fare Cingöz rüyasında dünyanın durumuna ağlar. Geyikleri ve Zorba isimli büyük kediyi görür.

4. Cingöz, Zorba’yla tanışır ve kedilerle farelerin bir ekip oluşturup birlikte çalışması gerektiğine karar verirler. Bu ekibin bir lideri yoktur, herkes liderdir.

5. Fareler bir araya gelir ve tartışır.

6. Kediler bir araya gelir ve tartışır.

7. Kediler ve fareler birlikte çalışmaya karar verir, çünkü dünyayı kurtarmanın başka yolu yoktur.

8. Mutlu Cingöz ümitsizliğe düşer ve sanatçı arkadaşlarından çok dinlediği Venedik’e giden gemiyi görünce gemiye binip gitmeye karar verir.

9. İstanbul’dan Venedik’e yolculuk eder.

10. Bir arkadaşının çocuklarıyla birlikte huzurlu bir yuva kurduğu Arsenale’deki Türkiye Pavyonu’na varır.

11. Misafirliğinin ilk gecesinde, odada COVID’in olduğu bir kâbus görür. Kendini yerde, bir meleğin yanı başında bulur.

12. Uyandığında, evdeki eşyaları merakla inceleyen bazı arkadaşlarını görür. Odası tuhaf ve şirindir. Orada olmak hoşuna gider.

13. Venedik’teki diğer arkadaşları onu çiçeklerle karşılar.

14. Bu arkadaşları arasında bir kız vardır, Cingöz ona âşık olur.

15. Arkadaşları onun için bir parti düzenler.

16. Âşık olduğu kız pembe elbisesi ile dans eder.

17. Birlikte olmaktan keyif alırlar ve Zorba onların mutluluğuna tanıklık eder.

18. Durmadan dans ederler.

19. Çimenlerin üzerinde yürürler.

20. Sahilde otururlar.

21. Süslü bir gondol onları bekler, ama onlar orada değildir. Gondol ise hâlâ beklemektedir…

KRONOLOJİ

Beyaz Kâğıt Üzerinde Alan Ayırmak, 1965–66

Bebek Evi, 1970s

İsimsiz, 1970

İsimsiz, 1970

İsimsiz, 1970

İkili Heykel, 1970

İsimsiz, 1970

Kompozisyon IV, 1970

Kompozisyon III, 1970

Kompozisyon V, 1970

Kompozisyon I, 1971

Kompozisyon VI ya da İsimsiz (Şekilsiz Form), 1971

Kompozisyon II, 1971

İsimsiz, 1972

İsimsiz, 1972

Nü, 1974

Nü
Chus Martínez

Nü: bir kutunun içine kapatılmış bir kadın bedeni. Bir kafes mi bu, yoksa hiç kimsenin ona dokunamayacağı güvenli bir yer mi? Çıplak kadını yansıtan iki ayna tuhaf bir şekilde dışarıya açılıyor. Kadının güzel saçlarını elleriyle yukarı toplayışında davetkâr bir eda var. Dışarıda olup bitenlerden habersiz, sanki sadece kendi hâlinde. Ama durun! Bedeni üç parçaya ayrılmış. Bacakları, gövdesi ve başı bir bedenin parçaları gibi görünüyor. Kim parçaladı onu? Acı çekiyor mu? Parçalandığının farkında mı? Belki de mesele, bizim bakışımız. Kadının bedenini, onun kendini rahat, sabah ritüellerine kaptırmış, başlayan günü karşılamaya hazırlanırken gördüğü gibi görmeye hazır olmayan biziz belki de… Evet, onun dünyasının dışındayız biz. O masum. Biz değiliz. Zihinsel alışkanlıklarımız toplumsal davranışlarımızı, cinsiyet algımızı öyle derinden etkiliyor ki bedeni düşüncelerimizle incitiyoruz. Neyse ki o bunu bilmiyor görünüyor. Ne de olsa bir oyuncak bebek o. Öyle mi gerçekten? Gerçek gibi duruyor, gerçek bir kadın, canlanmakta olan genç bir varlık gibi görünüyor. Dinginliğiyle sanki bize şunu söylüyor: Kaçılamayacak hiçbir bağlam yoktur, olsa olsa tarihin bir ânında, masumiyetin dışından bakılınca kaçılamazmış gibi görünebilir, halbuki bu kutu bir sırrı, sakladığı gizli bir umudu anlatıyor.

İsimsiz, 1974

İsimsiz, 1974

İsimsiz, 1974

Serbest kompozisyon, 1975

İsimsiz, 1975

Çekirdekli Ağaç, 1975

Yaşam Duvarların Ardında, 1975

İsimsiz (Çeşitleme), 1976

Dıştan İçe İçten Dışa, 1976

Müzikli Koltuk, 1976

İsimsiz, 1977

İsimsiz
Anne Barlow

Füsun Onur İsimsiz yapıtını 1977 yılında İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde gerçekleşen Açık Hava Sergisi için üretti. Müzenin zeminine bir müdahale biçimindeki yapıt, tarihsel bağlamları veya anlatıları değil müze alanının fiziki yapısını odağına alıyordu. Onur, kumtaşı ve toprakla, yolun taş döşemelerini taklit ederek “yüzey üzerinde bir yüzey”, yani özünde, mevcut gerçekliğin başka bir versiyonunu yarattı. İçine gömülü olduğu taş katmanının arasından fırlamış ve belli bir açıdan bakıldığında küçük bir figürü andıran bitki, bale duruşu almış hiç beklenmedik bir başkahramana benziyor. Organik yaşamın kısa ömürlü bir unsuru olduğundan biçimi kaçınılmaz olarak değişip bozulacak olan bu bitkinin varlığı, zaman boyutunu da beraberinde getiriyor. Kompozisyonun sınırlarını çizen altın yaldızlı antika çerçeve, onun bir sanat yapıtı olduğunu belli ediyor. Buna karşın, kendisine yukarıdan bakıldığından, bir müze veya galeri duvarındaki sanat yapıtına bakmaktan çok başka bir deneyime yol açıyor. Yapay olduğu besbelli bu yapıda sanat, yaşam ve doğa şiirsel ve oyunbaz bir jestle bir araya getiriliyor.

İsimsiz (1977), Onur’un 1970’lerin başı ila ortalarında başladığı kavramsal yerleştirmelerinde, daha geleneksel heykel malzemelerinden uzaklaşıp buluntu ya da hazır nesnelere yönelişinde de görülen, heykel formlarıyla yaptığı deneylerin bir yansımasıdır. Yapıt aynı zamanda Onur’un izleyicinin konumundan imgeyle çerçeve, sanatla gündelik yaşam, inşa edilmiş olanla gerçek olan arasındaki ilişkiye kadar, ileriki yıllarda meşgul olacağı temel meselelerin nüvelerini de içerir. Bu bakımdan İsimsiz (1977) sonraki yapıtlarının güçlü bir öncüsüdür.

Yetişkinler için Hikâyeler ya da 3 Kişiydiler: Us, Sevgi ve Barış, 1977

1Dıştan İçe İçten Dışa II, 1978

Ekmek, Elma Dedin de Aklıma Geldi, 1978

Bir Tohum Yeşeriyor I, 1978

İsimsiz, 1979

İsimsiz, 1980

Bir Tohum Yeşeriyor II, 1980

İsimsiz, 1980

Yerdeki Parlak Yuvarlaktan Çağrışımlar, 1980

Kaldırım Kenarında Su, 1981

Karabasan, 1981

Düş, 1981

Resimde Üçüncü Boyut – İçeri Gel, 1981

Başlangıçta…
Iwona Blazwick

ISerbest formda cazın bir sanat yapıtı olarak nasıl görünebileceğini tasavvur etmeye çalışırken insanın aklına Füsun Onur’un kariyerinin başlarında ürettiği geometrik soyutlamalar geliyor. Onun sert kenarlı kompozisyonları, çizginin ve biçimlerin ritmik doğaçlamalarıdır. Simsiyah bloklar beyaz boşluklarla jive müziği yapar. Tek bir notayı doğaçlayan bir saksafoncu gibi Onur da kendi dikdörtgenlerini ve çemberlerini uzatır, tekrarlar ve geri döner, gözlerimizin önünde dans eden formlarda onların canlılığını sonuna kadar serbest bırakır. Burada ayrıca doğanın bir parçası gelip kültürün alanını işgal etmiştir: Katı monokromlar sanki jeolojik fayların üstündeymiş gibi yarılıp ayrılır; Öklit geometrisinin kusursuzluğu sanki doğal bir kuvvet tarafından bükülüp kırılır. Bu siyah beyaz imgelerin kinestetik hareketi, varlık ve yokluğa, görünen ve görünmeyene, sessizlik ve sese eşit bir değerlik kazandırır.

Evvelce katı cisimleri ve boşlukları içeren grafik çizgiler, yıllar içinde, Onur’un mütevazı ölçekli, minimalist kompozisyonlarının yüzeyinden kaçıp bir dizi maceraya atılır. Bir kumaşın ipliklerine, buluntu nesneleri şiirsel çağrışımlarla bağlayan bir zincire dönüşürler. İki boyutlu diyagram, görsel imgeden çıkıp gerçek zamana ve mekâna geçerek arkitektonik bir form kazanır. Ritme ve harekete dokundurmalar, eksiksiz ses yerleştirmeleri oluşturur. Bu ilk dönem yapıtlar bir bakıma prototiplerdir, bir yaşamı ve onun öykülerini helezonik geometrilerine masseden destansı bir yolculuğun temelleridir.

İsimsiz, 1982

Çiçekli Kontrpuan, 1982

Çiçekli Kontrpuan
Sally Tallant

Küresel pandemi yüzünden bir yıldan uzun süren bir yalıtılmışlık ve kayıp sürecini daha yeni geride bırakıyoruz. Yaşadığımız şeyi sindirmek, onu kabullenmek için hep birlikte yüz yüze kaldığımız o katlanılmaz belirsizlik ve kederden bahsetmenin dilini bulmaya uğraşırken, bu arayışta sanat ve sanatçılar bize bir çıkış yolu gösteriyor.

Bu yüzden, mavi ışığa boğulmuş bir dünyaya, şiirle dolu bir mekâna girmek, bizi kaotik ve karmaşık dünyamızdan çekip çıkararak ferahlatıyor. Bu büyülü ve düşsel yer, Füsun Onur’un Çiçekli Kontrpuan (1982) yapıtının sessiz ve neşeli dünyasında bulunuyor.

Bu yerleştirme gündelik olanda ufak delikler açıp bir sığınak sunuyor. Kendimizi zamansal ve mekânsal bir deneyimin içine gömülmüş buluyoruz. Bir su kütlesinin içinde ya da bir havuzun dibinde nefesinizi tutarak oturduğunuzu, görsel bir kontrpuanı dinlemek ve tecrübe etmek için bir anlığına derin bir sessizliğe gömülü olduğunuzu hayal edin. Bu sakin ortam bize dinginleşip dünyayı anlamlandırabileceğimiz bir mekân sunuyor. Gündelik malzemeleri büyü ve şiire, ağaç dallarını ve taşları parlak kırmızı çiçeklere ve yapraklara dönüştürüyor. Umut dolu, sessiz ve müzikal bir duraklamanın içinden sanki düşsel bir sahne beliriyor.

Bu yapıt zaman istiyor. Yeni bir dünya yaratıp onu tecrübe etme imkânına açık olanları ödüllendiriyor – onu tecrübe etme fırsatını kendisine tanıyabilenlere bahşedilmiş bir armağan.

İsimsiz, 1983

İsimsiz (Temmuz), 1983

Kavramsal Görsel İmgeler, 1983

Bankta Dinlenmek İster Misin?, 1983

Firuze Bilezikli Kız, 1984

Kuş, 1984

A-Z, Z-A, 1984

Eski Eşyaların Düşü, 1985

İç mekân için bir iç mekân
H.G. Masters

Füsun Onur’un sanatsal pratiği ve kavramsal sanat uzak akrabalar gibidir – ilk bakışta aralarında herhangi bir benzerlik sezemeyebiliriz. Onur’un eserleri, günlük hayata ait şeylerden ve bu şeylerin bizde uyandırdığı dokunsal çağrışımlardan yararlanır. Eve ait nesnelerin bir araya geldiği bir düzenleme olan Eski Eşyaların Düşü (1985), bir evdeki malzemeler ile bu malzemelerin görünümlerini, ipliklerini, tozunu, kokusunu taşır. Böylece beyaz küpün sözde tarafsızlığı içerisinde tekinsiz bir alan yaratır. Bu dinamik, çıldırtıcı derecede tuhaftır. Nesneler, bir hayli tanıdık ama aynı zamanda huzursuz ve yerlerinden edilmiş görünür. Sıradan bir dantel parçasıyla süslenmiş, bir oyuncak bebeğe ait bir çift bacak ahşap kaidenin üzerinde durur, ancak figürün geri kalanı ortadan kaybolmuştur. Biçimsiz bir koltuğun döşeme kumaşı, hapsedilmiş bir figürü anımsatacak şekilde toplanmış ve yeniden dikilmiştir. İki büyük kafa ile daha küçük beş sevimli kafadan oluşan, kumaşa nakşedilmiş bir aile tablosu, bir masanın üst parçasında karşımıza çıkar, ancak masa parçalarına ayrılmıştır, yan yatmış üst parçanın hemen yanında masanın ahşap ayaklarından biri durmaktadır. Odanın bir diğer köşesinde bir kürsü, ortadan kaybolmak istercesine, kendini örtülere, püsküllü bir dokuma ağa sarmıştır. Bunlar, içinde bulundukları domestik düzenlemedeki rollerini aynı anda hem oynayan hem de reddeden tuhaf nesnelerdir. Kişilikleri çok, işlevsellikleri yoktur. Onur’un nesnelerin yerlerinden edilerek bu halısız, eşit şekilde aydınlatılmış, sıcaklığın kontrol edildiği sanat mekânına getirildiği yerleştirmesiyle bize hatırlattığı şey, sahip olduklarımızın onlardan ayrılamayacak hâle gelene dek içinde yaşadığımızdır. Aynı zamanda kavramsal sanatın herhangi bir iyi temsilcisinin yapacağı gibi, müzenin içine taşımış olabileceğimiz tüm yanılsamaları paramparça ederek, bize beyaz küpün hayatın anıt mezarı olduğunu da hatırlatırlar.

Yıldız Bahçesine Siyah Güller, 1985

Atatürk Çiçeği, 1985

Joseph Beuys Anısına, 1986

Akşamüstü Pencere Önü, 1986

Sabah Jimnastiği, 1987

Gölge Oyunu, 1987

İmin İmi, 1987

Ekose 1-2-3-4, 1987

Estetik Uygulamalar, 1988

Masa, 1988

Ele geçirilmiş ışık, 1989

Bir Sergiden, 1989

Sergiden, 1989

Bir sergiden ya da Aynadan İçeri, 1989

Zaman İkonları, 1990

Zaman İkonları
Defne Ayas

Daha geniş bir anlam olanağına izin vermek adına hangi yapılar çırılçıplak bırakılmalıdır? Hangi eksiltmeler ilişkilerin, hiyerarşilerin ve değerlerin gölgelerini yakalamayı ve aynı zamanda bu kırılgan dünyanın çatlaklarını ve boşluklarını temsil etmeyi başarabilir? Hangi zihinsel ve toplumsal kurgular görünürlüğün ve ıstırabın eşit olmayan koşullarına karşılık gelir? Hangi eserler sevginin merceğini teşkil eder?

Onur’un bu eserinde, bu soruları nasıl irdelediğini sezebiliriz. Onun yaptığı, sanat deneyimini insanlık hâlinin deneyimi olarak görmek için bir öneridir. Ve bu kapsayıcı arayışını dışa vurmak amacıyla, fizikselliği neyin yarattığına dair cesur bir sorgulamaya atılır; soğuk formalizmin yerine dokunaklı bir şiiri sevgi dolu bir şekilde koyar. Organik malzemeleri, yakınlık ve ihtimam ekolojisi içerisinde ustaca bir araya getirerek biçimin sınırlarını zorlar. Böylelikle Zaman İkonları’nda, ışık ve mekân ile zamansız bir diyalog kuran, müthiş güzellikte bir eser yaratır. Her şeyin yıpranmışlığına şifa olma niyetiyle, hayat çıkmazının etrafındaki dansımızın zoraki doğasını araştırıp ifşa ederek bize, biz insanların dönüştüğü modası geçmiş soyutlamaları hatırlatır.

Görünenler Görünmeyen - Tanıdık Tanımadıklarımız, 1990

Galeri Işıkları, 1990

Göndermeler, 1990

Herhangi Bir İskemle, 1991

Dolmabahçe Hatırası, 1992

FÜSUN ONUR (4.8.1992–16.8.1992), 1992

Burası, 1993

Burası
Kevser Güler

Füsun Onur, 1993 tarihli Burası adlı yapıtını, 1989-1993 arasında gerçekleşen grup sergileri A, B, C, D’nin dördüncüsü ve sonuncusu olan D sergisi için üretir. Tam adı 10 Sanatçı – 10 İş: D (1993) olan sergi Maçka’daki Mim Kemal Öke Caddesi üzerinde üç ayrı yerde gerçekleşir: Koleksiyon Mobilya’ya ait No: 9 ve No: 23 ile Maçka Sanat Galerisi’nin bulunduğu No: 31. Geleneksel teknik ve malzeme kullanımına mesafe alarak yerleştirme sanatı, kavramsal sanat ve nesne sanatı gibi dönemin güncel üretim ve ifade tarzlarına alan açmayı hedefleyen bu sergi serisinden D için ürettiği Burası ile Onur, yerleştirme sanatının mekânla ilişkisini irdeler. Onur’a göre bir yerleştirme ancak belirli bir mekânda doğar, ancak burada ve şimdide mümkün olan mekânsal ve zamansal bir karşılaşma önerir. Üzerinde kırmızı boyayla “BURASI” yazılmış paslı metal bir plakadan oluşan yapıt, heykel geleneğinde mekânla kurulan dikey ilişkinin politikasını da sorgular, yatay ve mekânın oluş biçimine ihtimam gösteren ilişkilere dikkat çeker. Onur, bir paspası da andıran yapıtı Burası’nı serginin No: 23’teki adresinde, mağazanın hemen dışında sergilemiştir. Yapıt yerleştirildiği alanda aynı zamanda sergiyi, Maçka’yı, İstanbul’u ve tarihinin karanlık dönemlerinden birinde, 90’ların başında Türkiye’yi işaret eder: “Aradığınız yer burası!”. Burası’nın üzerine kırmızı boyayla yazılmış sözcük, kamusal alan üzerindeki baskının oldukça şiddetli olduğu bu dönemde, dönemin siyasi duvar yazılamalarına da bir gönderme yapar. Onur, duvardaki yazıyı alır, yere koyar; propaganda imgesini bir tanıklık, üstlenme ve eylem imgesine dönüştürür. O yer Burası; öznenin, eylemin, mekânın, zamanın yeniden örgütlenebileceği yer tam şimdi durduğumuz yer, tam “burası.”

Kalıt, 1993

İsimsiz, 1993

Pembe Bot, 1993 (2014)

Bir Çocuğun Anısında Almanya Kelimesi ya da Bir Çocuğun Gözüyle Savaş, 1994

İstanbul Takıntısı, 1994

İsimsiz, 1994

Burada Yıkananlar, 1994

Bir akıntının düşü
Hera Büyüktaşcıyan

Yüzeyde kendi inişli çıkışlı ritminde ilerleyen uçarı bir çizgi… yerle gök arasında, arafta asılı duran, kırılgan ancak görkemli bir esnekliğe sahip içbükey kemerler çizerek geçmiş bir akıntıyı yeniden inşa etmekte.

Görünenle görünmezi birleştiren bu çizgi, suyun bedenle teması ile buhara dönüşmesi arasındaki ânı sonsuzlaştırır ve inşa ettiği soyut biçimsel dille mekânın fiziksel ve manevi sınırlarını mutlak anlamda dönüştürür.

Burada Yıkananlar biçimsel bileşenleri ile geçici bir fizikselliğe sahip olmasının yanı sıra, çizgisel yapısıyla görünmeyenin izini süren bir aracı niteliğindedir. Yıkanıp arınmak gibi, silip yeniden çizme eyleminin devridaimi, formu ve mekânı içten dışa bir hareketle açarak zamanlar arası bir alan yaratır.

Füsun Onur arınma ânı ile mekânın semalarına karışmış suyun ruhunu, yarı görünürlüğe sahip fani nesneleri dönüştürerek yeniden var eder. Böylece suyun artık var olmayan bedenlerdeki çizgisel ve sezgisel devinimini, yer çekimine meydan okuyan bu akıntının izdüşümüyle belirler. Yarım kalmış bir düşü, zamanı içinde muhafaza eden bu mavi tülün incelikli kıvrımları ve kristallerin notasyonu ile aktive ederek, durağan tarih ve mekânı âdeta geri çağırır.

Altın zincirlerle duvara tutturulmuş mavi tüller ve kristallerin bir aradalığı, dingin sessizliklerinin dile gelmesine vesile olur. Sürekli akan zamana temas eden duyulabilir bir sessizliğin senfonik yankısı gibi beklenmedik bir yerde başlar, mekânın içinde süzülerek gözden kaybolur ve uzama karışır.

Islığımı Duy, 1994

Atatürk’ün Annesi Zübeyde Hanım’a, 1995

ARHAT, 1995

Orient’te Buluşalım, 1995

O zaman ve Şimdi
Gregory Volk

Füsun Onur, en bilindik yerleştirmelerinden Orient’te Buluşalım’ı (1995), küratörlüğünü René Block’un üstlendiği, ileri görüşlü 4. İstanbul Bienali, ORIENT/ATION için üretmiş ve dördüncü yüzyıldan günümüze kalmış, etkileyici bir Doğu Ortodoks kilisesi olan Aya İrini’de sergilemişti. Onur’un kendi deyişiyle “basit ve ütopik” olan bu eser, günümüzde de o zaman olduğu kadar anlamlıdır. Belki daha bile fazla…

Tavandan bir ağ yardımıyla asılmış büyük mavi lastik balon, kasvetli ve yalnız bir parti dekorunu anımsatmanın yanı sıra, dünyanın uzaydan görünümüne de atıfta bulunur. Eşsiz, mavi gezegenimiz kainatta süzülmektedir. Onur, sıradan nesneler ve malzemelerle güçlü fikirleri bir araya getirmekte ve onlara sürpriz çağrışımlar yüklemekte ustadır. Bir nakış kasnağı aşağı doğru sallanırken, onun üzerinden eski püskü ipek bir kumaş sarkar; şekli kıtalara benzese de burada ülkeler ve sınırlar yoktur. Belki de dünyanın insanlıktan evvel, 200 milyon yıl önceki hâlidir. Bu, sanatçının zehirli milliyetçiliği ve sonu gelmeyen çatışmaları aşmış, bütüncül dünya hayalidir. Yerde su dolu bakır bir leğen durur. Leğenin dibindeki pirinç kabartma harfler, ülkelerin isimleridir. Buraya sanki arınmak için düşmüşlerdir.

Onur’un farklı nesneleri büyüleyici bir bütün yaratmak amacıyla ustaca bir araya getiren yerleştirmesi, kıtaların oluşumu gibi dünyayı şekillendiren büyük kuvvetlerden, çamaşır yıkamak ya da nakış gibi eve ait faaliyetlere, biz insanların dünyaya dayattığı sınır ve ayrımlara ve bunlardan azat olmanın nasıl bir his olabileceğine işaret eder. Yirmi yedi yıl öncesine ait bu yerleştirme, pandeminin, karşıtlığı ve çatışmayı değil, küresel işbirliğini gerektirdiği günümüzde halen korkutucu derecede günceldir.

Ben Fransızca Bilmiyorum, 1995

Kadans, 1995

Disiplinlerarası bir ders
Leylâ Gediz

Kadans’ın bendeki yansımaları ayna kırıkları gibi. Asla “cici” ya da “oyuncaklı” bir sergi değildi bu. Ama 90’larda gözüme çarptığı kadarıyla bir piyasa eleştirisi de değildi mesela, orası kesin. 20 yaşımda en fazla, sanatçının sergiye iliştirdiği nottan hareketle, kadans kelimesi ile sergileme arasındaki ilişkiyi çözmeye çalışmışımdır. İlk kez bu notta, açıkça işini “duymamızı” diliyordu Füsun Onur.

Latince kökenli ismin yarattığı romantizmin karşılığı, teatral bir renkle aydınlatılmış, usulca katlanmış veya ayaklı kül tablasını örtmekle vazifelendirilmiş tül parçalarında aranabilirdi. Bu yerleştirmeye damga vuran ise sanat galerisinin ahşap tabureleri ile bunlara yaslanmış, o yıllara özgü resim asma düzeneklerinin metal çubukları arasındaki gerilimdi.

Bir yerlerde Onur’un piyanoyu sevdiğini ama kemanı daha çok beğendiğini okudum. “Çünkü kemanı nasıl yapabilirim diye düşünüyorum. Piyanoyu vermek kolay da, keman daha zor” demiş sanatçı, çok da uzak olmayan bir geçmişte. Sağa sola yerleştirdiği tüllere bakarak, galerinin yalın taburelerinden haz aldığını söylemek zor. Onlar bir nevi kaide görevi üstleniyorlar, hepsi bu. Kareli bir defter sayfasını andıran galeri mekânının bir arka plan oluşturması gibi. Şu hâlde Onur’un asıl derdi, resim asma çubukları ve bunların kancalarıyla.

Kadans, sergilendiği mekânın derinliklerine doğru yapıbozumuna uğruyor, resim asma çubuklarının resme hiçbir katkı sağlamayacak kadar yabancılaşmasıyla son buluyordu. Gayet haklı bir şekilde Onur, bu sevimsiz icatları âdeta eritmek, yok etmek istiyordu. Peki, bir müzik parçasının sonu anlamına gelen kadans sözcüğü ile resmin ölümü mü imleniyordu? Zannetmiyorum. Resimle değil, resmi terbiye eden unsurlarlaydı Onur’un meselesi. Duvara bir çivi çakmaktan imtina edenlerin steril düzleminde resmin soluk alması zordur gerçekten. Ressamlardan beklenecek bu eleştirinin, bir heykeltıraştan gelmiş olması ise dönem ressamlarının kendi disiplinlerini bütünlüklü ele almadıklarının göstergesidir. Ressamlar için derin dersler, heykel, dans, müzik, tiyatro ve film gibi dallarda gizlidir.

İsimsiz, 1995

1972–1996, 1996

Nota, 1998

Kapris, 1998

Opus I, 1999

Füsun Onur’un Görsel Koordinatlarında Bir Nokta: Opus I
Necmi Sönmez

Yaşamıyla sanatı arasında sıkı, birbiri içine kök salmış biçimsel ilişkiler kurarak ilerleyen bir sanatçı olarak Füsun Onur, çağdaş Türk sanatı içinde ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Onun belli temalar çerçevesinde ilerleyen uzun, yalnız sanat serüveninin en keskin virajlarından biri de, Paolo Colombo’nun küratörlüğünü üstlendiği 6. İstanbul Bienali’nde gösterilen Opus I isimli mekâna özgü yerleştirmesidir. Aya İrini Kilisesi’nin ikinci katında Onur’un kendi mitoloji dünyasına gönderme yapan malzemeleri kullanarak şekillendirdiği bu çalışmasında karşılaştığımız soyut imgeler, baştan çıkarıcı bir yalınlığa, öze sahiptir ve ince göndermeler üzerine kurulu oldukları için özelliklerini bir çırpıda kavramak mümkün değildir. Bu nedenle, Onur’un kendi sözcükleri bu işi yorumlamada bize yardımcı olabilir: “Her iki boyutu üç boyuta aktaran şey sanat olamaz. Sanatçı birçok katlardan oluşan bu yapıyı kendi iç dinamikleriyle işleyerek, karşılayarak karmaşık bir süzgeçten geçirerek kurar onu. Oysa bir anda oluvermişcesine basit gözükebilir izleyicisine.”¹

Opus I, üzerinde düşünüldüğünde ve kendisine kulak verildiğinde daha kapsamlı kavranabilecek bir çalışma. Sanatçının kurdele biçimli formlar, biblolar, altın renkli kumaş fiyonklar, camlar, tüller yardımıyla gerçekleştirdiği bu mekâna özgü yerleştirme, mekânın büyüklüğü, devasalığı karşısında âdeta yok olmayı göze alarak izleyicinin kulağına bir şeyler fısıldar. Müzikal bir soyutlama olarak nitelendirilebilecek bu yaklaşım, aynı zamanda Onur’un klasik müziğin kurgu unsurları üzerine yoğunlaşarak ses ile görsellik arasındaki ilişkiyi inceleyeceği 2000 sonrası döneminin müjdeleyicisidir.

Dünyanın Söylediği Şarkı, 2000

Çanlar Fantezisi, 2000

İsimsiz, 2000

Prelüd, 2000

Prelüd
Prof. Dr. Tolga Tüzün

Füsun Onur “müzik düşünüyor.” Müziği bir nesne, yani dinlenilen/düşünülen bir “şey” değil, bir düşünme hâli, bir oluş hâli olarak alımlıyor; “sessiz müzik”ten dem vuruyor. Müziğin temel nesnesi olan sesi denklemden çıkardığınızda size kalan yapı, uzam ve formdur. Füsun Onur Prelüd’de bunlarla, hatta bunlara ek olarak yoğunluklar, dokular, gürlükler, mesafeler ile çalışıyor. Temel olarak her insan uğraşının belirleyici veçhelerini tanımlayabilecek bu tür kavramlar, sanat söz konusu olduğunda bir daldan başka bir dala geçişkenliği kolaylaştırır, sınır ihlallerine olanak tanır.

Tarihsel olarak prelüd bir ana eserin öncesinde yer alan, o eserle bazen yakından bazen uzaktan bağlantılı, tanıtıcı role sahip küçük eserlere verilen isimdir. Yani prelüd bir önceldir, sonradan gelecek olana işaret eder. 19. yüzyıl Romantizmi, özellikle Chopin, bu tarihsel birlikteliği kırmış, prelüdün sunuş rolünü devre dışı bırakmıştır. Artık bu müzikal form, “gelecek olanın” prelüdü olmadan kendi ayakları üzerinde duracaktır.

Füsun Onur’un Prelüd’ü de bu tarihselliği taşıyor ve hatta daha da ileri götürüyor. Eser açıklamasında kullandığı teknik terimler —motif, tümce, küçük formlar, büyük formlar, izlekler, açılımlar, çoğaltmalar, bindirmeler, tekrarlar vb.— pekâlâ müzikte füg olarak bilinen formu anlatırken kullandığımız terimler. Füsun Onur’un Prelüd’ü de aslında nesnelerin uzamdaki ilişkileri ve mesafeler sayesinde kurdukları ritmik ilişkiler açısından modüler uzamsal bir füg olarak okunabilir.

Prelüd kendi kendinin önceli olabilir mi? Kendi üstüne kapanan böylesi bir prelüd/füg Füsun Onur’un “müziği” değil, “müzik” düşündüğünün altını çiziyor.

Opus II – Fantasia, 2001

Opus II - Fantasia
Deniz Gül

Bir odada hortum, kasırga ya da fırtınayı ancak hayal etmek mümkündür, cereyan ise hissedilebilir. Kişinin en hassas teni, örneğin gerdanı, bel boşluğu, parmak uçları görülmeyen yine de duyumsanan bir hava akışı ile temas eder. Pencere-kapı aksındaki eser (esinti) çeşitli yüzeylere çarpar, hacimler tarafından tutulur. İnsan da bu esnada odadaki bir düğümdür, çarpandır.

Kuvvet, yoğunlaşma tayin edemeyecek kadar dağıtıktır. Öyleyse boşlukların, yönlerin ve dalgaların çoğaldığını hayal edelim. Bir acayip cereyan! Hâlâ bir odada olduğumuzu bizi şimdi ve burada, o zaman ve orada tutan nesnelerden çıkarsıyoruz.

Füsun Onur’un Opus II - Fantasia adlı eseri: altın sırma ile topaklaşmış sicimler, örgü şişleri, barok belki rokokoya kuşanmış porselen figürler, kalkışan kaideler… Çeşitli birimler ve tekrarlarla öbekleşen, gözün seçmekte zorlandığı duyumsal sapmalar ve farklarla katmanlaşan, dalgaların uzamı akışkanlaştırdığı bir düzenek. Sistem ya da yapı sözcüklerinin çağrıştırdığı şekillerde kapatılmayacak ve yaratımı maddeden maddesizliğe yönelen bir düzenleme, keza zamanın içinde Füsun’un açtığı cereyanlar boyunca yerleştirdiği nesneler bazen vektörel bazen döngüsel çoklu hareketleri uyandırmakta.

Bu deneyimin ismi Opus, yani eser: sanatçının üretimini kapsayan başsız ve sonsuz alamet. İzi sürülen, bölme ve çoğaltma eylemlerinin tasnifinde aranabilir. Öte yandan Füsun Onur’un eserini izleyen hareket, sanatçının boşlukları nasıl gözlemlediğiyle ilişkilidir. Cisimler—şişler, kaideler—odadaki eserin hareketine durumsuz (dursa dahi durum imlemeyen) yerleştirilişleriyle ventilasyon alanları açarlar. Zemine yakınız. Yerçekiminden sapma gibi izlenebilecek durumsuzlukların zihinde yarattığı salınımlar odaya yayılan cereyanı örgütleyen dalgalar olarak okunabilir. Görünen alanda ise tekrara ve farka, sonsuzca küçüklere giden bir keşif var.

Noktürn, 2001

Rondo, 2002

Doğaçlama, 2003

Boogie Woogie, 2003

Opus II - Çeşitleme, 2003

Prelüd II, 2003

Benim Adım İSTANBUL, 2004

Çığlık ya da Haykırma 2006

Aydede, 2006

Çanlar, 2007

Rüküş, 2007

Rüküş
Anna Boghiguian

Yapıtlarını sanal ortam dışında hiç görmediğim bir sanatçı hakkında yazmak epey zor. Füsun ve ben aşağı yukarı aynı kuşaktanız ve ikimiz de sanat dünyasının gerek Ortadoğu’da gerekse başka yerlerde muhafazakâr ve erkek egemen olduğu bir dönemde sanat eğitimi aldık. O zamanlar New York’ta bile, öne çıkarılan sadece bir-iki kadın sanatçı vardı.

İstanbul’a 1960’larda gelmiştim, sonra bütün Türkiye’yi gezdim; ülkede genel anlamda örgütlü bir sanat dünyası yoktu. Ne kadın sanatçılar vardı ne de bugünkü İstanbul Bienali gibi uluslararası sergiler. Kahire’de Soyut Ekspresyonizme yönelen bir hareket, heykel alanında da soyutçu bir eğilim ortaya çıkmış olsa da, Mısır’da nasıl bir geleneksel ortam varsa, Türkiye’de de benzer bir ortam vardı. Neyse ki Füsun, Fulbright Bursu’nu kazanıp, heykel eğitimi için ABD’ye gidecek kadar şanslıydı. 1967’de Maryland Enstitüsü Sanat Koleji’nden mezun oldu, yapıtlarında atılmış ve ıskartaya çıkarılmış gündelik nesneleri kullanmaya o dönemde başladı. Bu buluntu nesneler, bazıları Dolmabahçe Sarayı ve Arkeoloji Müzesi’nin bahçelerinde sergilenmiş olan heykellerinde gitgide hâkim hâle geldi.

Füsun minimal kompozisyonlarını yaratırken uzam, zaman ve ışığın işbirliğinden yararlanır, ama onun güçlü ifadeleri geleneksel normlara direnmeyi asla bırakmaz. Örneğin, Zaman İkonları yapıtında ahşap ve deri gibi malzemeler kullanır. Kütle, ağırlıksız ve titreşimlidir; derinin içinden geçen ışık, şiddeti, toplumsal, politik ve ekonomik sistemlerin parçalanışını, dünyanın acımasızlığını çağrıştırır. Işık, geçirgenlik ve uzam, onun yapıtlarında ölümsüzlük veya sonsuzluk anlamına da sahiptir. Bu çerçeveler, Füsun’un resimlerinin geleneksel çerçeveden, kabul gören normlardan su misali taşarak üç boyutlu hâle geldiğini düşündürür. Rüküş adlı yapıtında da çerçevenin içinde resim değil, belki rüzgârdan korunmayı belki kadınsılığı çağrıştıran bir şal yer alır. Her iki yapıt da Füsun’un günümüz dünyasına dair pek çok şey söyleyen sıradan malzemeler kullanarak kendini kısa ve öz biçimde ifade etme tarzını yansıtır.

Buradaydı, 2008

Merdiven, 2008

Tekir’e Ağıt, 2009–2012

ışıldayan yokluk*
Alev Ersan

Yaklaşık sekiz yaşıma kadar, insanın ergenlik çağına geldiğinde bir köpeğe dönüşmesinin (gayet) mümkün olduğuna inanıyordum. Bir parçam birlikte büyüdüğüm orta yaşlı, siyah av köpeği K ile çoktan özdeşleşmiş olduğundan, böyle bir geleceğin ne gibi ayrıntılar barındırabileceğini düşünmeye de gerek duymuyordum. Dünyaya köpek biçiminde görünmüyordum elbette, ama bunun hiçbir önemi yoktu çünkü K ile aramıza gerdiğim dahili bağlar, ona beslediğim şaşkın hayranlıkla sıkı sıkı düğümlenmiş olmalarıyla eros’un alanına aitti zaten. İnsan/çocuk ve hayvan arasındaki bu arzulu özlem alanı hayal gücü tarafından korunuyor ve teşvik ediliyordu; ne de olsa bu özlem, tahmin edilebileceği üzere, karşılıksızdı; üstelik muğlaklık ve saçmalıktan beslendiği için gitgide daha da büyümüş, K’nın ölümünden çok sonra dahi, yaratıcı söz dağarcığımın temel bir parçasına dönüşmüştü.

Bu türden bir bağlılık, bir kez kuruldu mu ölümden sonra da yaşamaya devam eder. Yasın dönüşlü nabzı, anima’nın ölenin ömrü boyunca örülmüş iplikler üzerinde bir ileri bir geri yürümesi anlamına gelir —bazen tırnakları iplere takılır, ansızın kuyruğunun ucu belirir —loşluğun içinden, sağ kalan-âşık-sanatçı’ya yolu boyunca beklenmedik titreşimler gönderir. Duvarlardaki gelişigüzel dağılmış ayrıntıların kendilerinden büyük gölgeleri ve Tekir’in (Eski Farsçada tigra, Yunancada tigris) merkeze yerleştirilmiş temsilleri, böyle bir yakınlık, özlem ve oyun alanlarını akla getirir. Beş parçalı yerleştirme, kedi Tekir’in evin dokusu içindeki anlık ve tanıdık duruşlarının imgeleriyle izleyicinin bedensel hafızasını harekete geçirir. Kaybedilen, kendi yokluğunu yankılayarak ve iç gıcıklayarak bize kendini hatırlatır. Kumaşlar hayalet misali, usul usul inip kalktıkça, bir yokluğa seslenildiğini işitiriz. Onur’un sessiz ve müzikal pek çok yerleştirmesinde kurguladığı, baştan sona takip edilebilen bitmiş bir kompozisyon değil, başka tür bir terkiptir bu: yoldaş hayvanın ardında bıraktığı, hafızada biriken parçaların, kıvrılıp dönen esnek omurgaların yasın imkânsızlığını, ve dolayısıyla, tercümenin imkânsızlığını mırıldanmasıdır duyduğumuz.

*Anne Carson, Eros The Bittersweet: An Essay, s. 37, Princeton University Press, 1986.

Fısıltı, 2010

Fısıltı
Misal Adnan Yıldız

İlk kez 2010 yılında Sessizlik_Fırtına başlıklı Port İzmir 2: Uluslararası Çağdaş Sanat Trienali kapsamında İzmirli izleyiciyle buluşan Fısıltı, art arda dizili yedi parçadan oluşan bir yerleştirme. Sanki çapraz ayaklı ahşap bir taburenin ya da sehpanın giderek orijinal tasarımından eksilerek soyutlandığı bir form; baktıkça suyun akışını, denizin ritmini, dalgaların sesini hayal ettiğim bir görsel şiir.

Fısıltı insan kulağının duyabileceği en düşük frekans; fısıldamak, bilinmesini istediğini, söyleyeni olmak istemeden söyleyivermek. Bir tür gizem, gizlilik, mahrem ve özel alan hissi veren bu kelimenin, Füsun Onur’un yerleştirmesine çok yakışan bir anlam derinliği var. Eskiler “iki kişinin bildiği sır değildir” derler ya… İşte bu yedi kere tekrar eden form da sesin, sözün, söylenenin giderek yayılması gibi; dalgalanan, giderek merkezden uzaklaşarak kaybolan su çemberleri gibi…

Su ile sözün nasıl seyahat ettiğini en çok İstanbullular bilir.

Onur’un Fısıltı’sı, Port İzmir’de sergilendiği Tütün Deposu’ndan 12. İstanbul Bienali’nde sergilendiği Antrepo binasına, Arter’in sergi salonundan Onur’un Kuzguncuk’taki evinin Boğaz’a bakan terasına, nerede sergileniyorsa sergilensin, izleyicisinin dinleme ve duyma içgüdüsünü gıdıklayacak. İçindeki şiirin sesi hiç susmayacak. Şarkısı olan bu yerleştirmenin melodisi, hep yankılanacak bir nakarat.

Flamenko, 2011

Flamenko
Murat Alat

Var olan her şeyin hareket hâlinde olduğunda mutabıksak, diyebilirim ki her şeyin bir sesi vardır. Değil mi ki hareket eden her şey titreşir ve titreşim de ses demektir, o zaman her madde bağrında nice ses barındırır. Bazı hareketler, misal, bir taşın iç devinimi küçük ölçekli veya ahestedir. Böylelerinden çıkan sesleri insan kulağı işitemez. Bazı hareketler ise kudretlidir; sesleri de gök gürültüsü gibi insanın tüm bedenini titreştirir, iliklerine işler. Peki titreşimler süratle bedenimize çarpıp gittikten sonra seslere ne olur? Sesler nerede birikir? Bellek hareket hâlindeki dünyanın kaydını tuttuğu gibi, seslerin üzerine işlendiği bir levhadır da. Yine de sesler bellekte yalıtık hâlde bulunmazlar; başka duyu parçacıklarına, düşüncelere, ruh hâllerine dolaşıktırlar. Bir sesi çağırdığınızda beraberinde koca bir âlem, bir yaşam gelir.

Füsun Onur’un 2011 yılında ürettiği Flamenko, nesnelerin gizil sesleriyle kurgulanmış bir bestedir. Bu seslerin bir kısmı atalet içinde gözüken nesnelerin anlık, asgari düzeydeki titreşimlerinden doğar. Bir kısmı da izleyicinin belleğinin derinliklerinden taşan, anılara bulanmış yüksek frekanslı dalgalanmalardır. Çekiçler, kurdeleler, teller, bir nota kâğıdına dökülmüş lekelermişçesine yan yana dizilip bir besteyi oluşturur. Bu bestenin icrası ise izleyiciye düşer. Her izleyici, gözünün gördüğünü heybesindeki ile yorumlar, bedeninin dehlizlerinde türlü türlü sesler işitir. Her icra, icracının kendi hikâyesi uyarınca farklıdır, biriciktir. Flamenko’nun sesi yerleştiği sergi salonunun duvarlarında yankılanmaz; icracının iç dünyasının salonlarını doldurur, bundan mütevellit bir diğer icracıya, ötekine duyulmaz hâldedir. Yine de her notada geçmişin günümüze iğnelendiği, farklı coğrafyalardaki farklı bedenleri kat eden patikalar açılır ve bu patikalarda türlü nesnelerin, bitkilerin, hayvanların ve insanların hikâyesine, sesine rastlanır. İlk anda kakofoni oluşturacağını düşündüğünüz bu orkestra yavaş yavaş uyum kazanır, mütevazı bir ahenk yaratır.

Flamenko dört bir yanı kuşatmış despot iktidar sistemlerinin buyruğu altındaki göz denen aciz organın ayrıştırdığı maddi dünyanın parçalarını birbirine gevşekçe ilmekler. Kaynakları çoğu zaman müphem, tek tek sayması da bir ömür alacak titreşimleri narin dokunuşlarla düzenler; hayatta dinlenecek bir müzik arayanların yine ve yeniden yorumlamaları için evrene geri salar.

Sessizlik, 2011

Kargaların Dansı, 2012

İsimsiz, 2012

Çeşitlemeler, 2012

Mucize (senfonik şiir), 2013

MAK Tekstil ve Halı Koleksiyonu için müdahale, 2014

İsimsiz (Aynalı Labirent), 2014 (1972)

Pembe Bot, 2014 (1993)

Ayşe Erek

(Pembe Bot’u izliyorum.) Geçenlerde yine sabah hava aydınlanırkenki yüzmelerimizden birisinde, sahil güvenlik yanımıza yaklaşıp, biz bir grup boneli yüzücüye “Burada yüzmek yasak, uluslararası sulardayız” demişti. O sırada ömrümün büyük kısmını bu denize bakarak, geçmişini duyarak, geçen gemilerden öğrendiğim Kiril alfabesinin yazıldığı coğrafyayı, Odesa’yı, Doğu Karadeniz’i; sonra Akdeniz’i, Cebelitarık’ı düşleyerek geçirdiğimi düşünmüştüm. Ne buraya aitti, ne başka bir yere, her yere aitti bu deniz. Babamın bir zamanlar söylediği gibi, organik bir canlıydı. Onur’un Galata Köprüsü’nün geçirdiği büyük yangınla aynı yıl köprüden denize bırakmayı hayal ettiği Pembe Bot, Galata Köprüsü’nün hikâyeleriyle birlikte İstanbul’un günlük yaşamından koptuğu o zamanın, sonrasında hakkında bir türlü alınamayan kararların, dalgaların, açmazların izini canlandırıyor. Sabah okuduğum haberden denizin kenarındaki eski bir yapının süregiden yeni düzenleme projesinin dibinde nasıl terk edilip talan edildiğini, dünkü radyodan denizin dibinden çıkan, adı kalmamış küçük atölyelerde üretilen yüzyıllık cam şişelerini, yer üstünden ve yer altından her daim süzülen fısıltıyı düşünüyorum. Pembe Bot’a dönüyorum; bildiği denizden uzaklaşamadan onun beklenmedik ritmine, salınımına bırakıyor kendini, ışıkla renk değiştiriyor, kararıyor, parıldıyor, sarsılıyor, dans ediyor. Karanlık bir imge mi yaratıyor? Hayır. Onur’un dediği gibi, nostaljik de değil. O da nostaljiyi sevmiyor. Pembe Bot benim için serinlik ve hafifliği çağrıştırıyor, Onur’un Kuzguncuk’taki evinden gördüğü deniz için söylediği gibi. Geleceğe dair bir anlık bir ferahlık. Denizin kestirilemez ritmiyle hayat devam ediyor.

Mandallı, 2014

Deniz, 2015

Siz de Bilirsiniz, 2016

Oda Müziği, 2019

Hayal Et, 2019

Bu hikâye devam edecek, 2021

MONOGRAF

Füsun Onur’un Türkiye Pavyonu sergisine eşlik eden bu en kapsamlı monografisi, yalnızca sanatçının yeni üretimine değil, yarım yüzyılı aşan sanat yaşamına toplu bir bakış sunuyor. Anlatı ve dolaylı otobiyografik referanslarla yüklü Onur eserlerinin neredeyse tümünü belgeliyor, 24 yeni yazıya, arşiv metinlerinden parçalara ve söyleşilere yer veriyor.

Eş Editörler
Bige Örer & Nilüfer Şaşmazer

Katkıda Bulunanlar
Ahu Antmen
Prof. Dr. AHU ANTMEN, Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı Bölümü’nde öğretim üyesidir. Çalışmaları, Türkiye’de modernleşmenin ve toplumsal cinsiyet dinamiklerinin modern ve çağdaş sanat üretimine yansıma biçimlerine odaklıdır.
Alev Ersan
ALEV ERSAN, şair, çevirmen ve sanatçıdır. Son yıllarda, ölüm ve kayıpla ilişkili yazılan edebi, kuir ve deneysel metinlerle, hem bir pratik hem de bir üslup olarak tercümenin yas alanına nasıl seslenebileceği ve bu alanın içinden nasıl konuşabileceği sorusuyla ilgilenmekte. Şu sıralar kendi araştırmasına dayalı çift dilli bir metin üzerinde çalışmaktadır.
Anna Boghiguian
ANNA BOGHIGUIAN, Ermeni asıllı Mısırlı-Kanadalı bir sanatçıdır. Pratiğinde tarihsel, ekonomik ve politik olayların etkisini ele alır. Eserleri pek çok uluslararası müze, sanat kurumu ve bienalde sergilenen, bir kısmı önemli uluslararası koleksiyonlarda yer alan Boghiguian, dünya çapında kişisel sergiler gerçekleştirmiştir.
Anne Barlow
ANNE BARLOW, sergi, gösteri, misafir sanatçı, eser sipariş, eğitim ve araştırma programlarını yürüttüğü Tate St Ives’ın direktörüdür. Barlow daha önce New York’ta Art in General’ın direktörü ve New Museum’da eğitim ve medya programlarının küratörü olarak görev yapmıştır.
Aslı Seven
ASLI SEVEN, İstanbul ve Paris arasında yaşayan bir küratör ve yazardır. Araştırmalarında sanat ile altyapı ve arazi ilişkisine ve performatif belgelere odaklanır; saha çalışması, eleştirel kurmaca ve ortak üretim yöntemlerini benimser. AICA, C-E-A ve ICI üyesidir.
Ayşe Erek
AYŞE EREK, bir sanat tarihçi ve yazardır. Sergileme pratikleri, modernite tarihleri ve kentsel bağlamda estetiğin politikası üzerine çok sayıda yayına yazar ve editör olarak katkıda bulunmuştur. İstanbul ve Berlin’de araştırmacı olarak çalışmıştır, Kadir Has Üniversitesi’nde öğretim üyesidir.
Carolyn Christov-Bakargiev
CAROLYN CHRISTOV-BAKARGIEV, İtalyan-Amerikalı yazar, sanat tarihçi ve sergi yapımcısıdır. dOCUMENTA (13)’ün (2012) direktörlüğünü, 14. İstanbul Bienali’nin (2015) küratörlüğünü üstlendi. Güncel olarak Castello di Rivoli Museu d’Arte Contemporanea ve Torino’daki Fondazione Francesco Federico Cerruti’nin direktörlüğünü sürdürmektedir.
Chus Martínez
CHUS MARTÍNEZ, Basel’deki FHNW Sanat ve Tasarım Akademisi’nin Sanat Cinsiyet Doğa Enstitüsü’nün başkanı, Venedik’teki Ocean Space’in sanat yönetmeni ve İstanbul’daki Vuslat Vakfı’nın küratörüdür. Daha önce çeşitli kurumlarda direktör ve küratör olarak görev yapmıştır.
Defne Ayas
DEFNE AYAS, sanat yönetmeni ve müze yöneticisidir. 2021’de 13. Gwangju Bienali, 2015’te 6. Moskova Bienali ve 2012’de 11. Baltık Trienali’nin küratörlüğünü; 2012-2017 yılları arasında Witte de With, Center for Contemporary Art’ın direktörlüğünü üstlenmiştir.
Deniz Gül
DENİZ GÜL’ün sanatsal pratiği dilin metin, heykel ve mekân olarak nasıl icra edildiğini araştırır. Yerleştirmelerin yer aldığı, roman benzeri sergileriyle bilinir. Eserleri önemli kurumsal sergilerde ve müzelerde sergilenmiştir. Kazı ve Yüzey (2021), Deniz Gül, Meydan (2020), Loyelow (2016), B.I.M.A.B.K.R. (2013) ve 5 Kişilik Bufet (2011) kişisel sergileridir.
Fatih Özgüven
FATİH ÖZGÜVEN, yazar ve çevirmendir. İletişim Yayınları’nda çalıştı, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde sinema, edebiyat ve sanat dersleri verdi. Yazıları çeşitli gazete ve dergilerde yayınlandı, birçok edebi metni Türkçeye çevirdi; yayımlanmış bir romanı, bir deneme kitabı ve kısa hikâyeleri vardır.
Gregory Volk
GREGORY VOLK, New York’ta yaşayan bir sanat yazarı ve küratördür. Yazıları, Hyperallergic ve başka yayınlarda düzenli olarak yayınlanmaktadır. Ayşe Erkmen’in 2011 Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’nda yer alan Plan B sergisinin kataloğuna katkıda bulunmuştur. Katharina Grosse’nin resim yerleştirmeleri üzerine yazdığı, bir kitap uzunluğundaki makalesi Katharina Grosse (2020) adlı monografide yayımlanmıştır.
Hera Büyüktaşcıyan
HERA BÜYÜKTAŞCIYAN, multidisipliner pratiğinde, yokluk ve görünmezlik kavramlarını, belleğin akışkan yapısı, zaman ve mekân ekseninde irdeler. Çalışmalarını sergilediği kurum ve etkinlikler arasında New Museum, British Museum, Toronto Bienali, 56. Venedik Bienali ve The Jerusalem Show VII bulunmaktadır.
H.G. Masters
H.G. MASTERS, sanat yazarı, Hong Kong merkezli ArtAsiaPacific dergisinin editörü ve genel yayın yönetmeni yardımcısıdır. Her yıl çıkan ve Asya sanat dünyasının o yılına genel bir bakış sunan ArtAsiaPacific Almanac’ın da editörüdür. Yazıları ile birçok önde gelen modern ve çağdaş sanatçının kataloglarına katkıda bulunmuştur.
Iwona Blazwick
IWONA BLAZWICK, 2001’den beri Londra’daki Whitechapel Gallery’nin direktörlüğünü yürüten, eleştirmen, yayıncı ve öğretim üyesidir. Tate Modern ve ICA’nın (Londra) eski küratörü olan Blazwick, Avrupa ve Japonya’da da bağımsız küratör olarak çalışmaktadır. Sanata verdiği hizmetlerden dolayı 2007 yılında Britanya İmparatorluk Nişanı’na lâyık görülmüştür.
İz Öztat
İZ ÖZTAT, İstanbul’da yaşayan ve çalışan bir sanatçıdır. Sanatsal pratiği, araştırdığı konuların belirlediği farklı mecralara yayılır. 2010 yılından beri, kendisine bir hayalet, alter ego ve tarihî bir figür olarak gözüken Zişan (1894–1970) ile zamana aykırı bir işbirliği içinde çalışmaktadır.
Kevser Güler
KEVSER GÜLER’in küratoryal araştırmaları sanat yapıtlarının ve sergilerin varlık koşullarını ve olanaklarını düşünmeye odaklanmaktadır. Güler’in küratoryal sorumluluklar üstlendiği yakın dönem sergilerinden bazıları arasında şunlar vardır: Burası, Yapı Kredi Kültür Sanat, İstanbul, 2021–2022; Gökcisimleri Üzerine, Arter, İstanbul, 2020–2021; Kulis: Bir Tiyatro Belleği, Hagop Ayvaz, Yapı Kredi Kültür Sanat, İstanbul, 2020–2021.
Leylâ Gediz
LEYLÂ GEDİZ, Slade School of Fine Art (UCL) ve Londra Üniversitesi, Goldsmiths Koleji mezunu bir ressamdır. İstanbul, Los Angeles, Zürih, Helsinki, Amsterdam ve Lizbon’da kişisel sergiler açtı. Eserleri İstanbul Modern (TR), Arter (TR), ARCO Vakfı (ES) ve Van Abbemuseum (NL) koleksiyonlarında yer almakta.
Misal Adnan Yıldız
MİSAL ADNAN YILDIZ, küratör, eğitmen ve araştırmacıdır. Güncel olarak Staatliche Kunsthalle Baden-Baden’in (DE) direktörlüğünü Çağla İlk ile birlikte yürütmektedir. Daha önce Artspace Aotearoa, Auckland (NZ) (2014–2017) ile Künstlerhaus Stuttgart’ın (DE) (2011–2014) direktörlüğünü yapmış olan Yıldız, uluslararası sanat yayınlarına katkıda bulunmaktadır.
Murat Alat
MURAT ALAT, orta öğrenimini Galatasaray Lisesi’nde gördü. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Halkla İlişkiler Bölümü’nden lisans, Sinema-Televizyon Bölümü’nden yan lisans derecesi ile mezun oldu. Yüksek lisansını aynı üniversitenin Kültürel İncelemeler Bölümü’nde tamamladı. 2015 yılından bu yana sanat üzerine yazılar yazmaktadır.
Necmi Sönmez
NECMİ SÖNMEZ, sanat tarihi doktorasını Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi’nde Wolfgang Laib üzerine tamamladı. Moderner Kunst Stiftung Museum Ludwig Viyana, Kunstmuseum Wiesbaden, Folkwang Museum Essen, Kunstakademie Kassel, FRAC Franche-Comté ve Kunstverein Arnsberg’de çalıştı. Halen Zollverein Essen’deki Göç Anıtı projesinin küratörüdür.
Nilüfer Şaşmazer
NİLÜFER ŞAŞMAZER, bağımsız küratör ve editör olarak çalışmaktadır. Küratoryal projeleri arasında La Ventura, Dark Deep Darkness and Splendor, Türkiye’nin ilk çağdaş seramik sanatçılarından Füreya Koral’ın retrospektif sergisi Füreya ve Füg bulunmaktadır. Farklı yazılı ve çevrimiçi mecraların yanı sıra sergi ve sanatçı yayınları için metinler yazdı, tercüme etti ve editörlük yaptı.
Paolo Colombo
PAOLO COLOMBO, Atina’da yaşayan bir ressam ve küratördür. 6. İstanbul Bienali (1999),
3. Selanik Bienali (2011) ve 2. Mardin Bienali’nin (2012) küratörlüğünü üstlendi. Çalışmaları İstanbul Modern, Benaki Müzesi (Atina) ve Hammer Museum (LA) koleksiyonlarındadır. Ne Uykuda Ne Suda başlıklı şiir kitabı Eylül 2021’de Kıraathane tarafından yayımlanmıştır.
Rabia Çapa
RABİA ÇAPA, 2012 yılında Fransız Hükümeti tarafından Sanat ve Edebiyat Şövalyesi ödülüne lâyık görülen galerici ve koleksiyonerdir. 1976 yılında kız kardeşi Varlık Sadıkoğlu ile Maçka Sanat Galerisi’ni kurdu ve galerinin 40. yılı için hazırlanan Görünmeyene Bakmak isimli yayın ile emekli olarak galeri yönetimini Didem Çapa’ya devretti.
Sally Tallant
SALLY TALLANT, New York Queens Müzesi Başkanı ve Yönetici Müdürüdür. Daha önce Liverpool Bienali Direktörlüğü (2011-2019) ve Londra, Serpentine Gallery Program Başkanlığı (2001-2011) görevlerini yürüttü. 2018’de, Kraliçe’nin Doğum Günü münasebetiyle her yıl açıklanan “Şeref Listesi”nde yer aldı ve sanata yaptığı hizmetlerden ötürü Britanya İmparatorluk Nişanı’na lâyık görüldü.
Selim Birsel
SELİM BİRSEL, çeşitli malzeme ve tekniklerle çalışan bir görsel sanatçıdır. 1990 yılından bu yana Türkiye’de ve yurtdışında kişisel sergiler açmakta ve grup sergilerine katılmaktadır. 1999 yılından beri Sabancı Üniversitesi’nde görsel sanatlar dersi vermektedir.
Seza Paker
SEZA PAKER’in bir düşünce biçimi olarak şekillenen kavramsal sanat pratiği akıcı, söylemsel ve şiirseldir. Yerleştirme, fotoğraf, film, ses, kolaj, çizim gibi farklı anlatım biçimlerini kullanan Paker, Paris ve İstanbul’da yaşamaktadır. Gümrü, Selanik, Buenos Aires, São Paulo, Santiago bienallerine katılmıştır. Eserleri Arter ve İstanbul Modern’de yer almaktadır.
Tolga Tüzün
Prof. Dr. TOLGA TÜZÜN, çağdaş klasik müzik besteciliği kariyerinin yanı sıra ses tasarımı, doğaçlama ve elektronik müzik alanlarında çalışmakta, 2007 yılından bu yana İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde müzik felsefesi, bestecilik ve elektronik müzik dersleri vermektedir.

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından, Yapı Kredi Yayınları (YKY) ile ortak yayımlanmıştır.

Ebat: 21 x 27 cm
Sayfa sayısı: 256
İç kâğıt: 176 sayfa Munken Lynx 120 gr. ve 80 sayfa Munken Print Cream 90 gr.
Kapak: Munken Lynx 250 gr.
Cilt: İplik dikiş ve Otobinding

ISBN 978-605-5275-88-4

ZİYARET SAATLERİ

59. Uluslararası Sanat Sergisi
La Biennale di Venezia
Türkiye Pavyonu

Evvel zaman içinde...
Füsun Onur

23 Nisan–27 Kasım 2022

Sale d’Armi, Arsenale
Venedik, İtalya

Pazar ve İtalya'daki resmi tatil günleri hariç her gün, 10.00-18.00 arasında ziyaret edilebilir.

BİENAL BİLETLERİ

KÜNYE

Füsun Onur, Evvel zaman içinde…, 2022
Karışık teknik yerleştirme (metal tel, krapon kâğıdı, pinpon topları, çeşitli malzemeler) Değişken boyutlar
Fotoğraf © Hadiye Cangökçe

Küratör
Bige Örer

Sergi ve Proje Yöneticisi
Selen Erkal

İş Geliştirme ve Proje Koordinatörü
Duygu Şengünler

Eş Editörler
Bige Örer, Nilüfer Şaşmazer

Görsel Kimlik ve Kitap Tasarımı
Marcello Jacopo Biffi

Sergi Tasarımı
Yelta Köm

Işık Danışmanı
Erinç Tepetaş

Asistan
Aslı Esra Kocamaz

Uluslararası Halkla İlişkiler Ajansı
Polskin Arts & Communications Counselors

Web Geliştirme
Kayhan Yalınkılıç

Danışma Kurulu
Serhan Ada, Özalp Birol, İnci Eviner, Milovan Farronato, Fisun Yalçınkaya

-

Düzenleyen
Istanbul Foundation for Culture and Arts (İKSV)

Genel Müdür
Görgün Taner

Genel Müdür Yardımcısı
Dr. Yeşim Gürer Oymak

Genel Müdür Yardımcısı (Mali ve İdari İşler)
Mustafa Yegen

İKSV Güncel Sanat Projeleri Direktörü
Bige Örer

Genel Müdür Asistanı
Nilay Kartal

İletişim Grubu Direktörü
Ayşe Bulutgil

Editoryal Çalışmalar Yöneticisi
Erim Şerifoğlu

Medya İlişkileri
Ayşegül Öneren, Talin Gidici, Coşku Atalay, Gizem Güngör

Arşiv
Esra Çankaya

Satış ve İş Geliştirme
Dilan Beyhan, Erim Pala, Begüm Çavuşoğlu

Sponsorluk Programı
Zeynep Pekgöz, Zeynep Karaman, Elif Doğan

Salon İKSV
Deniz Kuzuoğlu, Ufuk Şakar

Mali ve İdari İşler
Ahmet Buruk, Başak Sucu Yıldız, Kadir Altoprak, Deniz Yılmaz, Özlem, Can Yaşar

İnsan Kaynakları
Beste Kayacan

Hizmetler
Aydın Kaya, Şerif Kocaman

TEŞEKKÜRLER

Ali Akay
Angelika Stepken
Aslıhan Altuğ
Ayşe Canan Atlığ
Ayşe Emek
Ayşen Ergene
Behiye Bobaroğlu
Beral Madra
Bilge Uğurlar
Burak Güç
Burcu Pelvanoğlu
Büke Akşehirli
Bülent Erkmen
Cem İleri
Ceyla & Timuçin Okdelen
Christian Oxenius
Çelenk Bafra
Derya Aydoğdu
Derya Bozcuk
Dilara Sezgin
Elif Kamışlı
Emil Nilsson
Emre Baykal
Evrim Altuğ
Ezgi Bakçay
Fulya Erdemci
Füsun Ertuğ
Gamze Öztürk
Goran Risteski
Göksu Aydoğan
Güler Demir
Hadiye Cangökçe
Hasan Karakaya
Helin Soruklu
Ilgın Erarslan Yanmaz
Iris Lenz
Itaru Hirano
İlhan Onur
İpek Elif Milli
Jane Quinn
Jennifer Chert
Katherine Cowan
Kıymet Daştan
Kurulay Ateş
Larissa Araz
Laurence Le Poupon
Leyla Bayrı
Luca Racchini
Margrit Brehm
Marina Verhoeven
Merve Çağlar
Merve Ünsal
Micol Saleri
Monica Fritz
Muammer Yanmaz
Nevzat Sayın
Noyan Ayturan
Nur Koçak
Onur Öztürk
Özge Araslı Yardım
Özge Uzunyayla
Rahmi Eyüboğlu
Rabia Çapa
Sarah-Neel Smith
Serap Kaçmaz
Sevim Sancaktar
Sezin Romi
Silvia Dall’Oca
Simonetta Gorreri
Suzana Milevska
Tamara Chalabi
Thomas Heyden
Tomur Atagök
Tuna Ortaylı
Ümit Mesci
Zeynep Arınç

Akbank Sanat
Archives de la critique d’art
Arter
Artlife for the World
Benice Logistics
Beykoz Kundura
Bursa Nilüfer Belediyesi
ChertLüdde, Berlin
documenta
Elgiz Müzesi
Galeri Nev Istanbul
Galerist
Govett Brewster Art Gallery
Istanbul Modern
Istanbul Resim ve Heykel Müzesi
Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı, İstanbul
Karşı Sanat
Kunsthalle Baden-Baden
Lunds Konsthall
Maçka Sanat Galerisi
MAK Vienna
Maryland Institute College of Art, Decker Library
Middelheim Museum Library, Antwerpen
Modern Art Museum Saitama
Musée d’Art et d’Histoire Cholet
Neues Museum Nürnberg
Österreichische Galerie Belvedere
Prilep, Center for Contemporary Arts
Proje 4L
Rodeo London
Ruya Maps
SAHA Derneği
SALT Araştırma
Städtische Galerie Rastatt
Texte zur Kunst
Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu
Üsküdar Amerikan Lisesi
Van Abbemuseum
Visual Arts Department, ifa Gallery Stuttgart
Yapı Kredi Culture and Arts
ZKM, Karlsruhe

DÜZENLEYEN

Venedik Bienali Türkiye Pavyonu, İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenleniyor.

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV), kâr amacı gütmeyen ve kamu yararına çalışan bir kültür kurumu. 1973 yılından bu yana İstanbul’un kültür-sanat yaşamını zenginleştiren çalışmalar yürütüyor. Düzenli olarak İstanbul Müzik, Film, Tiyatro ve Caz Festivalleri, İstanbul Bienali, İstanbul Tasarım Bienali, Leyla Gencer Şan Yarışması ve Filmekimi’ni düzenleyen, yıl boyunca özel etkinlikler gerçekleştiren vakıf, Nejat Eczacıbaşı Binası’nda yer alan Salon İKSV’de farklı disiplinlerdeki etkinliklere ev sahipliği yapıyor ve İKSV Alt Kat’ta çocuklara ve gençlere yönelik yaratıcı bir etkinlik programı sunuyor.

Venedik Bienali’nde dönüşümlü olarak Uluslararası Mimarlık ve Sanat Sergilerindeki Türkiye Pavyonu’nun organizasyonunu üstlenen İKSV, kültür politikalarının geliştirilmesine katkıda bulunmak amacıyla araştırmalar yürütüyor ve raporlar hazırlıyor. Vakıf ayrıca festivallerinde sunduğu ödüller, verdiği eser siparişleri, yer aldığı yerel ve uluslararası ortak yapımlar ve Fransa’daki Cité Internationale des Arts sanatçı atölyesinde yürüttüğü bir misafir sanatçı programının yanı sıra her yıl sunduğu Aydın Gün Teşvik Ödülü, Talât Sait Halman Çeviri Ödülü ve Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatro Teşvik Ödülü ile güncel kültür-sanat üretimini destekliyor.

İKSV 2022'de 50. yılını kutluyor.

iksv.org

DESTEKÇİLER

Desteğiyle

Himayesinde

Prodüksiyon ve Yayın Desteği

Havayolu Partneri

İstanbul Kültür Sanat Vakfı, Venedik Bienali 59. Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu'nun destekçilerine teşekkür eder.

Abdi İbrahim
Akbank
Akfen Holding
Mey | Diageo
Sevil Dolmacı
Füsun & Faruk Eczacıbaşı
Oya & Bülent Eczacıbaşı
Ahu & Can Has
Emin Hitay
Vuslat Doğan Sabancı & Ali Sabancı
Rana & Erol Tabanca
Sinan Tara
Z. Yıldırım Ailesi

İstanbul Kültür Sanat Vakfı, katkılarıyla Türkiye Pavyonu’nun 2014-2034 yılları arasında uzun süreli bir mekânda yer almasını sağlayan kişi ve kurumlara teşekkür eder.

Akbank
Mehveş-Dalınç Arıburnu
Berrak-Nezih Barut
Ali Raif Dinçkök
Vuslat Doğan Sabancı & Ali Sabancı
Füsun-Faruk Eczacıbaşı
Oya-Bülent Eczacıbaşı
Nesrin Esirtgen
Eti Gıda San. ve Tic. AŞ
Garanti BBVA
Ahu-Can Has
Öner Kocabeyoğlu
MAÇAKIZI
Tansa Mermerci Ekşioğlu
Rana-Erol Tabanca
SAHA Derneği
Taha Tatlıcı
Sinan Tara
Vehbi Koç Vakfı
Zafer Yıldırım
Yıldız Holding AŞ